Gelin literatüre yeni bir kelime katalım.
Evet; Karahisarlaşmak, Afyonlaşmak manalarına geliyor..
Karahisarızeyşın.
"Deliriyor musun abi sen?" sorularını gerisin geriye reddediyorum.
Çünkü, yüklemdeki şimdiki zaman eki için artık çok geç.
Ben o işi çoktan gördüm.
"Oynatmaya az kaldı.. Doktorum nerede?" için artık çok geç; ki zaten "Dermanı yardadır sen de bulunmaz, boşuna benimle uğraşma doktor."du halihazırda.
Ve her neyse işte. Çok geç artık her halükarda.
Ben o işi çoktan gördüm..
Ee??
Beni bu hale koyan dilber; kaşların kara değil mi?
Herkesler de gitti.
"Herkes gider mi?" sorusunun cevabı; "Evet, gider."miş meğer gerçekten.
En sevdiklerin, çok sevdiklerin. Hepsi.. Hepsi de gider.
Hepsi de gitti.
Peki ben neden buradayım? Afyondayım?
Ve Karahisarlaşmaya teslim olmuşum?
Neden?
Cevabı bilen bana da söylesin.
Zira en ufak bir fikrim yok.
Bildiğim; artık Karahisarlaşıyorum..
Mesela yolda gördüğüm çarşaflı yaşlı bir teyzeyle dakikalarca sohbet ediyorum artık..
Leyla ile Mecnun hikayeleri anlatıyor bana..
Ben de kendi Mecnunluğumu.
Sanki o benim ninem; sanki ben onun torunuyum.
Sormasam son anda ismini; 'Asiye Teyze' diye de hatırlayamayacaktım sonraları o muhabbeti düşündüğümde.
O ise beni; ismimi bilmeyerek, 'yolumu kestiren delice çocuk' diye hatırlayacak..
Ama muhabbet ne muhabbetti.
Tadından yenmezdi.. O derece.
Yaşı kadar sevimli, yaşı kadar tatlı, yaşı kadar bilge; Asiye Teyze.
İyi ki çıkıverdin karşıma. İyi ki konuştuk seninle.
Ettiğin duaların mislisi olsun seninle..
Peki ya Çavuşbaşla olan beklenmedik samimiyetime ne demeli.?
Aniden gelişen bir samimiyet?
Son zamanlarda pek sıkça uğruyor oluşumdan olsa gerek.
Ayaklarım beni sürekli oraya sürüklüyor ya ondan olsa gerek.
O beni benimsedi mi bilmiyorum ama be onu çokça benimsedim.
Karahisarızeyşın'ın bir aşaması belki de?
Öyle ya; o sarı konak evim gibi artık.
Garson çocuk da nerede olsa tanıyor beni; selamını da esirgemiyor sağ olsun.
Hoş; o ahşap masaya anahtarla kazınmış harfi benim yaptığımı bilseler, o kadar samimi davranırlar mı bilemem.
Ama garson çocuk seviyor beni.
Biraz da halimi anlamış olacak ki "Divaneye dönmüş bu adam." der bir havayla bakıyor yüzüme.
Bugün de öyle baktı mesela.
Ben de ona şöyle der gibi baktım; elimi göğsüme vurarak selamını aldığımı belli ederken:
"O ekmekleri hangi fırından aldın?"
Çavuşbaş denince bir markadır Mevlevi.
Hani bahçesinde dut ağacı var, kiraz ağacı var.
En güzeli de o bodur karadut.
O ne tatlıdır o. Onun arkasından dolanan yol ne tatlıdır.
Oradan yürüyenler ne tatlıdır.
Mevlevi güzeldir Mevlevi; bahçesinde çoluk çocuk dut toplar.
Hem arkadaş olduk çoğusuyla.
Beni görünce "Emre abi, Emre Abi" deyü deyü yanıma geliyor kimisi.
Ve bazıları da soruyor: "Ee sen buradasın.. Leylan nerede?"
Sormayın böyle sorular. "Gönlümde."den başka cevabım yok. Gayrı yer tarifesi yapmaya benim de haddim yok.
Ne tatlı yavrucaklarsınız yahu.
Öyle içten "Abi" diyorsunuz ki; kız kardeşim olsaydı, sizin gibi olsaydı keşke.
Ve günün birinde kız çocuğum olursa, sizin gibi olsalar keşke.
Hem velespit..?
Velespit özgürlüktür ya;
Onlar da pek meraklısı ben gibi.
Velespit sürmeyi bilmeyen Şükran iki pedal daha fazla çevirebildi diye, nasıl da sevindi velespit sürmeyi bilen Kevser.
Bir zamanlar benim de öyle iki pedal fazlalık küçük sevinçlerim vardı, tıpkı onlar gibi.
Peki ya şimdi?
Biri tutamamış oruç, diğeri; üç başta, üç ortada, üç sonda tutacak..
Ben de; on başta, on ortada, on sonda tutacağım inşallah.
Dedim de güldüler.
Ben de sırıttım anca.
Bir zamanlar ben de gülerdim böyle küçük komikliklere, tıpkı onlar gibi.
Peki ya şimdi?
Hem baak;
Bugün bana çikolata verdiler.. Teşekkürler.
Ama var ya; çikolatayla kandırdılar hep beni.
Elime tutuşturdular bir çikolata, sonra da aldılar başlarını gittiler hep.
Siz gitmeyin emi.
Mevlevi'ye geldiğimde göreyim sizi.
Görmek istediklerinin uzakta olması çok üzücü bir hal çünkü.
Hem sizin çikolatayı kaybetmedim henüz.
Siz de bir otobüse binmediniz.
Binip de gitmediniz.
Gitmeyin; rica ederim..
Gidenin arkasından bakmak çok acı bir hal çünkü.
Ee?
Beni bu hale koyan dilber; gözlerin kara değil mi?
Herkesle tanışık olduk bu diyarda, herkesle.
Gidenlerin yerine belki de?
Herkes beni biliyor, ben herkesi biliyor.
Bir tek neden hala buralarda olduğumu bilemiyorum..
Boş bir "Gemiyi en son kaptan terk eder." tribi mi acaba?
Beni kaptan yapan kim?
Herkes gidiyor da ben gitmiyorum işte.
İster kaptan de, ister muhtar.. Yahu ne istersen de işte.
Bağladılar sanki beni buraya.
Ama bak; değişik şeyler buldum bu yolla.
Değişik hallere büründüm bu yolla.
Ne alakası var demeyin, hele bir kulak kesilin..
Bir Akdeniz tatlısıdır ya hani künefe.
Bizlere bir armağandır Arap dünyasından..
Ve Kahramanmaraşlı Şahin Usta'nın armağanıdır Emre'ye.
Ve Künefe Etkisi; armağanıdır Emre'nin, tüm dünyaya.
Bazı şeylere alışılmasını kolaylaştırma durumudur.
Bir nevi kendini kandırma durumudur; Placebo Etkisi'nden hallice.
Hani birisine alışırsın..
Hani bir şeye alışırsın..
Sonra da yokluğuna alışman gerekir..
Hani bazı insanlar vardır; varlıklarıyla bulundukları şehirleri güzel kılarlar.
Hani en çirkin şehirleri bile cennete çevirirler de; sen de alışırsın.
Çirkin bir şehre bile alışırsın..
Sonra da yokluğuna alışman gerekir..
Tam tersine alışman gerekir.
Alışmayı kolaylaştırman gerekir..
Evet.
Evet evet; gitti şimdi..
Güzelliğiyle bir başka şehri güzel kılmaya.
Yetim bırakarak bir şehri, viran bırakarak bir kalbi..
Ve buna alışmak gerek ya hani.
İşte bu işe yarıyor;
Künefe Etkisi.
Üç beş dakikalık mutluluklar için;
Künefe Etkisi.
O kadar sık başvurur oldum ki bu yola; artık Şahin Usta çalışanları da biliyor beni ve künefe aşkımı, her ne kadar Künefe Etkisi'nden haberleri olmasa da.
Sonradan salona gelen garsonun bana: "Abey, ocaktaki künefe sening mi?" deyip de gülmesi başka ne manaya geliyor olabilir?
Var ol Şahin Usta.
Var ol Künefe Etkisi.
Hem İngilizce versiyonu da var artık: The Kounafe Effect!
Hayde buyrun.
Evet, künefeye ve Künefe Etkisi'ne çokça başvurmak durumundayız; biz, çayı şekersiz içenler.
He ya; çay şekersiz içilir.
Ve sıcak içilir.
Didim didim dinletemedim.
"Soğuk çay olmaz." didim;
"Olur." didiler..
"Olmaz." didim, "Olur." didiler.
"E artık aşk olsun." didim.
Biz Künefe Etkisi'ne muhtaç olanlar; çayı şekersiz ve sıcak, kirazı kurtlu, dutu ilaçlı severiz.
Kayısıyı Rize'den, organik çayı Malatya'dan; gibi.
"Olmaz." didiler, "Olur." didim.
Çay şekersiz içilir, sıcak içilir; Erdal Bakkal'da içilir.. O kadar.
Her neyse; Karahisarızeyşın'a teslim oluyoruz ya iyiden iyiye..
Ve şekersiz çaya..
Ve Künefe Etkisi'ne.
Yine giderken bir doz almaya; önünden geçtiğim dükkanın ismi: 'Duha'
Yok artık.!
Yahu ava giderken avlanmak bu olsa gerek.
Son dönemlerde belki de en çok duyduğum kelime. En çok okuduğum belki de; Duha
"Ve lesevfe yu'tıyke Rabbüke feterda."
"Elbette Rabbin sana verecek de razı olacaksın."
He ya; ondan künefeye hücum edişim zaten. Alışmak adına. Süreci kolaylaştırmak adına.
Çaat diye karşıma çıkınca şaşırdım ister istemez.
Hatırladım..
Bir not..
Saman tadında.
Peki ya tatlıcıya gelen çocuğun "Ayran va mı abey?" sorusu?
He ya ayran. Tatlıcıda ayran. Künefe Etkisi ve ayran..?
Ava giderken avlanmak bu olsa gerek.
Künefe alırken hararetimi bir yandan; bir yandan devam ediyor kaset başa sarılmaya.
Ayran?
Öyle ya; çayı şekerin hatrına içmediğimiz gibi, ayranı da pek severiz biz.
Onlarca bakkal, market varken; çocuk geliyor tatlıcıdan ayran istiyor.
Hayret iş doğrusu..
Çocuğa "Yok." dediler.
Ben de "Ayran yok. Ayran gönüllü var. Tam da şurada oturuyor." dedim.
Ama bilinen ayran gönüllülerden değil. Ayran gönüllü oluşu; ayranı sevdiğinden.
Ve ayran sevenleri sevdiğinden.
Çocuk 'replay' tuşuna bastı ve kaseti başa sardı, aldı başını gitti.
Hem o çikolata da vermedi.
Evet ya; Afyon oyunlarına devam ediyor.
Ben ise Karahisarlaşmaya.
Ee?
Beni bu hale koyan dilber; saçların kara değil mi?
e.p