24 Nisan 2012 Salı

En Büyük Asker Bizim Asker, Başka Büyük Yok

Sevag ismini hatırladınız mı?
‘Sevag’,  kulaklarımızın pek aşina olmadığı bir isim; belki de o yüzden hatırlayamadınız.
Ama ben, ben hiç unutamadım ki.
Öğrendiğim andan itibaren aklımdan bir an olsun çıkmadı.
Tanık olmadığım o sahne, gözümde canladı ve bir daha gözümün önünden hiç gitmedi.
"Nasıl olur..?? Nasıılll??" dedim dedim durdum. Akıl sır erdiremedim..

Tam bir yıl önce, 24 nisan 2011 tarihinde, Batmanı’ın Kozluk ilçesi Gümüşgörü Jandarma Karakolu'nda; üzerinde askeri kıyafetleriyle, yine kendisiyle aynı kıyafetler içerisinde olan bir kimse tarafından tüfekle vurulmak suretiyle hayatını kaybeden gençti Sevag.
Aynı üniformayı giydiği, aynı bayrak altında nöbet tuttuğu arkadaşının silahından çıkan ‘kaza kurşunu’yla hayata veda, insanlığa sitem etmişti Sevag, "İnsanlık bu mu?" dercesine..

Askeriye mikro seviyede kozmopolit bir yapıya sahiptir(tıpkı üniversiteler gibi). Ülkenin dört bir yanından gençler aynı amaç uğruna bir araya toplanır; İstanbul’dan Ahmet, Ankara’dan Veli, Bursa’dan Ali..  Kürt, Zaza, Çerkes, Laz, Süryani, Alevi, Ermeni, Çingene(ki Çingene vatandaşlarımız haklarıyla alakalı görüşmeler yapmak üzere TBMM’de iken yaptıkları bir açıklamada kendilerine Çingene denmesini tercih ettiklerini söylemişlerdi.) vs.
Nihayetinde amaç aynıdır: Vatan borcu.
Hepsi belli bir yaşa gelince girerler orduya; saçlar üç numara kesilir, aynı yerde yer içerler, aynı yerde yatarlar, aynı renk üniformalar giydirilir.
Kökenler farklı renkte olabilir ama vatanın rengi tektir, vatan borcu aynıdır.

Geliniz görünüz ki, kimi zaman bu mozaiğin güzelliğine gölge düşüyor.
Bakınız Sevag örneğine.
Beraberce şafak saydığı arkadaşı tarafından öldürüldü..

Sevag'ın suçu belki de sadece Sevag olmasıydı.
Ve cezası da 'kaza kurşunu'.
Ve fakat biliyor musunuz ki;  Sevag’ın annesinin gözyaşları ‘kaza’ değil.. Babasının yüreğine düşen korlar ‘kaza’değil..

Peki ya bu mevzuyu duyan yabancı bir kimsenin konuya bakışı nasıl olacak?
"Adamlar şimdi teker teker öldürüyorlar da doksan altı yıl önce neden yapmamış olsunlar."  demezler mi Allah aşkına.
Derler. Çünkü yapılan iş tam olarak perhiz-lahana turşusu karmaşası. "Biz öyle bir şey yapmadık." diyoruz ama şimdi yaptığımız işler bunu yalanlarcasına.
İşte bu tip olaylar yüzünden dışarıdan bakan bir Avrupalı, Amerikan vs.  rahatlıkla "Soykırım var." diyebiliyor.
Çünkü duyduğu/gördüğü şeyler bunu doğruluyor.
Ve bu sözüm ona kaza kurşunun, sözde soykırımın sözde yıl dönümüne denk gelmesi de ne yaman bir hal.
Bizimki tetiğe basıyor ve bizi hassas noktamızdan vurmak için tetikte bekleyenlerin ekmeğine yağ sürüyor adeta.
Hem öyle ya; bu kimse sadece Sevag’ı değil bütün Ermeni halkını, bütün dünya alemini kurşunlamıştır belki de.

"Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur."

Sevag’ın suçu yoktu, masumdu.. İsmi hariç ordudaki diğer askerlerden bir farkı yoktu.
O da ‘"En büyük asker bizim asker."di  ve diğerleri ne kadar hak ediyorsa o kadar hak ediyordu ‘kaza kuşunu’nu..
Demem o ki ne Sevag ne de bir başka asker..

Şunu iyi bilelim..
Tarihte yaşanmış ya da yaşandığı iddia edilen olaylardan kaynaklanan sorunlardan ötürü, halkları veya kişileri hedef almak son derece saçmadır.
Eğer Ermenilerle alakalı bir sorun varsa, bizim Ermenistan devletiyle sıkıntımız var demektir. Agop’un, Sevag’ın suçu ne ki? Agopla, Sevagla kardeş olmamamız için bir neden yoktur ortada. Eğer tarihte Yunanlılarla aramızda sorunlu dönemler yaşanmışsa, bugün bu durumdan Yunan halkını sorumlu tutamaz, saldıramayız.
Dedelerinden ötürü, yüz yıl önceki Yunan hükümetinin tutumundan ötürü Kirgiyakis’i sorumlu tutamayız, ona düşmanlık besleyemeyiz. Tasos(Danimarka'da tanıştığım ve pek sevdiğim dostlarımdan biri. Birbirimize 'Kardeşim' ya da 'Komşu' diye hitap ederdik) ile kardeş olmamamız için bir sebep yoktur.
İsrail’i  ve politikasını sevmiyorsak, İsraille zorumuz var demektir. İsrail halkına karşı hakaret ve küfürde bulunamayız, sorunların sorumlusu olarak halkı/kişileri göremeyiz ve Ellie(yıllar önce tanıştığım İsrailli bir turist) ile kardeş olmamamız için hiç bir neden yoktur.
Diplomatik sorunlar devletler arasında olur ve siyasilerce çözülmesi gerekir.
Devletlere, hükümetlere olan kızgınlık(veya düşmanlık) o ülkenin insanlarına karşı olmamalıdır.

Ne oldu bizim kültürümüze?
Hani hoşgörümüze ne oldu? Dinimizin öğretilerine ne oldu?
Atalarımızın söylediklerine; Mevlana’nın felsefesine, Yunus’un öğütlerine ne oldu?
Hani ya Osmanlıyı asırlarca yaşatan anlayışa ne oldu?
Bizi biz yapan, bu toprakları yaşanabilir yapan; bu mozaikten duyduğumuz zevk, farklılıklara  karşı hoşgörülü tutumumuz; farklılıkları fark değil, ayrı ayrı birer renk, birer değer olarak görmemiz değil midir?
Eğer Sevag, aynı bölük içerisindeki başka bir asker tarafından öldürülebiliyorsa, bir papaz vali tarafından protokol dışına atılıyorsa, Türk bir futbolcu ırkçılık yapıyor, "Pis zenci" diyebiliyorsa, şarkı yarışmasına katılıp ülkemizi temsil edecek  sanatçıya "Yahudi misin?" diye soruluyorsa(Can Bonomo’ya, konuk olduğu programda), demek ki  rotadan şaşmışız biraz biraz.
Demek ki yanlış giden, değişen bir şeyler var.
Kaybettiğimiz şeyler var. Eğer kaybediyorsak bu değerlerimizi, geriye ne kaldı Allah aşkına..

Peki ya şimdi hepimiz Sevag mıyız?
Dink cinayetinden sonra kopan yayagarayı hepimiz hatırlarız. Ellerde pankartlar, pankartlarda protester yazılar; "Hepimiz Ermeniyiz.",  "Hepimiz Hrant’ız." gibi.
Şimdi de 'hepimiz’ciler ve olmayanlar diye ayrılır mıyız?
Hepiniz Sevag mıyız, değil miyiz onu bilemem.
Ama benim, tetiğe basanın safında olmadığım kesin(ki o taraftayım diyen de katil sayılır kanımca).
Ben kim veya ne miyim?
Sevag’ın bedeninden dökülen kan damlası, annesinin gözünden akan gözyaşıyım. Babasının yüreğine düşen kor parçasıyım..

O ‘eli silah tutan’ lütfen karşıma çıkmasın ne olur(olur mu olur çat diye çıkıverir önüne. Serbest bırakıldı çünkü, suçsuz bulundu. ‘Kaza kurşunu’ ya). Kaldıramam.
Ve sessiz kalanlar da; "Ben görmedim, ben bilmedim"ciler de, "Kaza oldu kaza.. Tüh tüh vah vah.. Bak gördün mü aksilik işte"ciler de çıkmasınlar karşıma ne olur.
Örtbas edenler, pis elleriyle olayın üstüne kül atanlar, çıkmasınlar karşıma ne olur..
İnsanlığımdan utanırım.
Ki onların gözlerinden irin damlar, tırnaklarından günah dökülür, pis vücutları adilik kokar. Tiksinirim.

En büyük asker bizim asker, hepsi de bizim asker.


e.p

12 Nisan 2012 Perşembe

Mutluluk

"Ben hiç günah yapmadım." diyordu kızcağız Meryem, Abdullah Oğuz’un, aynı adlı(Mutluluk) Zülfü Livaneli romanından uyarlama filminde, korkak, masum bir ifadeyle.
Günah yapmayan biri mutluluğu hak ediyordu.
‘Günah yapmadım’ diyordu Meyrem, "Günah işlemedim." ya da "Günaha girmedim." yerine.. "Daha cümle içinde nasıl kullanılacağını bilmiyor, nasıl günaha girsin bu kızcağız?" demeye çalışıyor ve başarıyordu yönetmen.
Günaha girmemiş olmak mutlu olabilmek için iyi bir sebepti..

Meryem tecavüze uğramıştı. Bedeni üzerinden günaha girilmişti ama o günaha girmemişti, masumdu. Günah işlememek (ya da ‘günah yapmamak’) mutluluktu.
Masumdu, mutlu olmaya hakkı, her şeye rağmen mutlu olmaya umudu vardı. Günah yapmayanlar iyi, yapanlar kötüydü. Günah yapmayanlar mutlu olmalı, yapanlar olmamalıydı. Günah yapmamak mutluluğu hak etmekti.

Göreceliğin tam manasıyla vuku  bulduğu bir kavramdır mutluluk. Öyle değişkendir ki.. Öyle şekillere girer ki akıl sır ermez doğrusu. Kişiden kişiye, zamandan zamana, yerden yere değişir de değişir. Türk Dil Kurumu’nun, 'Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu' olarak tanımladığına bakmayın. Belirli bir tanımı yoktur aslında onun, olmamalıdır da. Herkes kendi mutluluk tarifini kendisi yapar. Herkes mutluluğu kendi bildiği gibi tanımlar.

Mutluluk bir amaç mıdır yoksa araç mı? Manevi değerlere mi bağlıdır yoksa maddi şeylere mi? İnsandan insana değişiyor. Yerden yere, zamandan zamana, durumdan duruma.
Kimisi mutlu olabilmek için büyük şeyler peşinde koşuyor, kimisi ufak şeylerle mutlu olabiliyor. Mutluluğu çok uzaklarında değil hemen yakınında bulabiliyor. Kimisi ise burnun  dibindeki mutluluğu göremeyip kendini harap, ömrüne yazık ediyor..

Kimisi başkalarının mutluluğuyla mutlu olup üzüntüleriyle üzülürken, kimisi ise başkalarının mutsuzluklarında arıyor/buluyor mutluluğu. Ezmekten, ezilenleri izlemekten mutluluk ve haz duyuyor. Taraflardan biri  olmasa dahi yenilenin yenilişi haz veriyor(ki yanlış).
Ve kimileri mutlu olmayı o kadar büyük görüyor, o kadar imkansızlaştırıyor, o kadar uzağa konuşlandırıyor ki; beyhude çabalıyor, çabalıyor da yine de elde etmeyi beceremiyor. Çünkü ulaşılması zor değil eğer ki gidilecek yol ve nasıl gidileceği biliniyorsa. Küçük şeyleri dert etmektense küçük şeylerle mutlu olabilmekte marifet oysa.. "Ufak şeyleri dert etmeyin."
Yolda yanından geçen insanlar gülüyorsa mutlu olabilir insan. Şeker yiyen bir çocuğun yüzündeki hazzı gördüğünde de. İğrenmeden, çekinmeden bir köpeğin, kedinin, tavşanın (aşkımdır Aziz Juso) sırtını okşayabilen insan mutludur/olabilir/olmalıdır(hak eder).

Tamam, hayat her zaman herkese eşit davranıyor. Her zaman herkese gülmüyor ve gülmediği gibi şakadan da anlamıyor. Somurtuyor insana. Üzül/ezil istiyor. Zor sınavlara tabi tutuyor, sabrını, baş edebilip edemeyeceğini ölçüyor.  ‘Bakalım şimdi ne yapacaksın’ diyor ve saldırıyor. Ve bütün bunlara rağmen, tüm olumsuzluklara rağmen, gülebilen, mutlu olmayı başarabilenler yok mu.. İşte onlar tamamdır, olmuştur. Onlar sevilir, sevilesidir, sevilmelidir. Onlardan öğrenilecek çok şeyler vardır. Öğrenilmelidir, taraflarınca öğretilmelidir. Zira, hayat bacaklarına sopalarla vururken ayakta durabilmek, kaşlarını çatmış bakıyorken gülebilmek, "Ciddi ol, üzgün kal, somurt.." derken, ona doğru dil çıkartabilmek; ciddiye almamak, alaycı kalabilmek meziyet ister. Kişilerden kişilere aktarılması ihtiyaçtır. Var olsunlar işte bunu yapabilenler. En güzel şeyleri hak ediyor onlar; en güzel kelebekler omuzlarına konsun. Pembe bisikletleri olsun.

Ve bilindiği üzere mutluluk paylaşıldıkça çoğalan bir şeydir de. Irkıyla müsemma beyaz yüzlü, Beyaz Rus bir arkadaşımın sosyal medyada paylaştığı bir sözü hatırlıyorum(Türkçeleştirerek); "Eğer mutluysan, bunu yüz ifadene de söyle.." Harikulade.. Haarikılade..!
Demek istiyor ki; mutlu olduğunda, belli et mutluluğunu, insanlarla paylaş ki senin mutluluğunla onlar da mutlu olsun. Başkalarına da hayrın dokunsun(mutluluk bencillere yakışmaz zira). Evet evet, madem ki mutluluk, madem ki gülmek/gülüşmek, sevmek/sevişmek paylaşıldıkça çoğalıyor ne diye paylaşmıyoruz, paylaşalım. İşte bunu yapanlar da yok mu.. En güzel şeyleri hak ediyor onlar; en güzel kuşlar ellerinden yesin en güzel yemi.. Kırmızı pabuçları olsun.

Mutluluk güzel şeydir, mutlu kalın.

e.p
              

11 Nisan 2012 Çarşamba

İstatistiğe Bir Söz Yazdım Bugün, Yolladım Yağmurla

Geçen yıl final zamanı yazdığım tweet'i dün gibi hatırlıyorum:
"Yeni bir şarkı yazmaktansa nasıl oturup da istatistik çalışayım Allah aşkına?"
Evet öyle de yaptım. Gitarımı elime alıp koyuldum mırıldanmaya.
Azcık re minör, biraz do major, fa diyez vs.
Tıngır mıngır, tıngır mıngır.
Ve evet; sabah olduğunda yeni bir şarkım vardı, güzeldi.
Ama bu tutumum bana alttan kalan bir istatistiğe mal oldu.
Ve şimdi büyük gün geldi de çattı bile, yarın yeniden görüşeceğiz.
Bir mevlana değilim belki ama benim de kıssadan hisselerim var:
Kaçtığımız şeylerden aslında kaçamıyoruz; sadece karşılaşma zamanını erteliyoruz. er geç buluyor bizi kıyıda köşede bir yerde de olsa..

Hazzetmediğim, kullanmayı bir türlü beceremediğim hesap makinem koltuğumun altında,
Bir elimde mahçubiyetim, dilimde o malum şarkının melodisi ve yazarken hissetiğim tüm nahif duygularımla gidiyorum.
Arz ederim.

e.p

Dünya V/Hali

Mimar Sinan'ın "En iyi eserim" dediği Selimiye Camii, geçen yıl Unecso Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmişti.
Ne kadar hoş değil mi.
Peki ya tanıtım amaçlı yapılan organizasyonda; dostluğu simgelemek/pekiştirmek adına caminin eski imamıyla birlikte alana gelen bir ortadoks kilisesi papazının, vali tarafından protokole alınmamasına ne demeli ?
Gerekçe: "Onlar bizim müftülerimizi protokole alıyor mu?"

Ben ona, vali olamazsın demedim ki..


e.p