Güneşli havada şemsiye açana garipseyerek baktık..
'Şemsiye'nin, 'güneş' kelimesinden türemiş olmasına rağmen.
Ve kahvehanelerde çay satılmasını normal karşıladık; adı 'çayhane' olmamasına rağmen.
Siyah ve beyaz renk değil sanki; renkli televizyona 'renkli televizyon' dedik..
Çay bir bitki değil sanki; bitki çayına 'bitki çayı' dedik..
İşte aynen böyle.
Bazı şeylerde mantık yok.
Gerçekten de yok.
Mesela aşk ve mantık aynı yerde durmuyor.
Gönül dedikleri yerde, mantığın esamesi bile okunmuyor.
"Gönül ferman dinlemez."e inanırız da, gönül ferman dinlemediğinde neden şaşarız o halde?
Yok yok..
Bu aşk dedikleri şey bakkaldan gofret almaya benzemez.
Bir akşamüstü gezintisi değildir.
Parmağını dilinle ıslatıp, okuduğun kitabın bir sayfasından diğerine geçmek değil.
Televizyon izlerken; eski tarihli gazetenin renksiz bir çıkmasına tırnaklarını kesmek gibi bir şey değil.
Küfürbaz dizinin bayağılıklarına gülmek gibi bir şey değil (merhaba Behsat Çe, merhaba Boş İşler Güçler vs.).
Bu şey o kadar basit değil.
Ama bir uçurumdan düşmek gibi olabilir mesela.
Hem belki de o yüzden sevgilinin ismi 'yar'.
Hem belki de o yüzden yürek yarasının ismi 'yara'.
Kim bilir, belki de.
O belki de Kaf Dağı'nın ardında, Kef Vadisi'nin tam ortasında.
O Serendip'te. Adem ve Havva'da.
Elmada. İncir yaprağında.
Belki de.
O çok yaman bir iddia.
Zümrüd-ü Anka'nın göğsündeki lades kemiği gerek o halde.
Öyle bir iddia gerek, öyle bir meydan okuma gerek.
Öyle bir fedakarlık, öyle bir cefa gerek.
Çokça şeyi göze almak..
Elini taşın altına koymak yetmez de; taşın altına girmek gerekir belki de.
Yahu bu hal, öyle bir hal..
Deli kıyafeti giymiş gibi; kıpırdayamazsın.
Karabasanla sevişir gibi; nefes bile alamazsın..
Bu sancı, öyle bir sancı.
Bu hal, öyle bir hal..
Bu hal, koca padişaha cariyesi için; "Ayaklarını öperim." dedirten bir hal. Anlayamazsın.
İçin yanar da susarsın.
Susarsın da, bir damla su bulamazsın.
Dolanırsın dervişler gibi, abdallar gibi; Pir Sultan gibi, Kaygusuz gibi.
Gidersin yane yane, aşk boyayıverir seni kane; Yunus Emre gibi.
Dolandıkça acıya bulanırsın. Yolları ölçtüğünle, parke taşlarını saydığınla kalırsın.
İşte bu hal, öyle bir hal..
An olur, hiç tanımadığın birini kıskanırsın.
Veremli değilim ama ben de şiir yazarım arada.
Hem, kelebeğinki kadar olmasa da benimkiler de rüya nihayetinde.
Vay halimize..
Vay halime..
Zor bir şeymiş hayat.. Şair olmak da yetmiyormuş.
Öyle ya..
Elden bir şey gelmediği zamanlarda, gerçekten de elden bir şey gelmiyor.
Nasıl bir adım atman gerektiğini bilemediğinde, gerçekten de nasıl bir adım atacağını bilemiyorsun.
Yapacak bir şeyin olmadığında, gerçekten de hiçbir şey yapamıyorsun.
Kural, basit kural: Hasta olan iniler.
Kaide, basit kaide:
Gülmek zorken gülmek gerçekten de zor.
Yahu bu nasıl oluyor?
Kütüphanenin karmaşası.. Aradığın şeyi bulamıyorsun; PL 278, QP 123, SL 343
Pis caddler; pet şişeler, çikolata ambalajları, tükürükler..
Televizyondaki saçma diziler, komik olmayan komediler, vurdu kırdı heberleri.
Esbjerg'i özledim. Danimarka'yı özledim.
Savaşlar; soğuk savaş, sıcak savaş.. Bolşevikler, Monşevikler.
Yahu bu nasıl oluyor?
Geri dönüşüm çok gerekli.
Hitler'in intiharı; ırkçılık, ayrımcılık.
Aşk. Sevmek.
Siyahlar, beyazlar; Kızılderililer, Aborjinler..
Zerdüştler, Şamanistler.
Yahu bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da hepsi aynı yerde, üst üste toplanabiliyor?
Hepsi aynı anda. Hepsi aynı yerde.
Seviyorum. Kızıyorum. İnsanlar ölmesin. Irkçılık ne saçma. Çocuklar ağlamasın. Mahçubiyet. Masumiyet. Cennet. Cehennem.
Yeni İçişleri Bakanı iyi. Turizm Bakanı keşke değişmeseydi.
Pangram çok enteresan.
Deja-vu. Jamais-vu.
Jö mapel İsmail.
En kolay akor geçişi; mi minör-la mimör.
Hepsi aynı anda. Hapsi aynı yerde.
Piyano çalmak istiyorum. Keşke keman çalabilsem. Haksızlık. Cesaret. İtiraz. Yanlışa yanlış. Doğruya doğru. Sevmek ne güzel. Herkes eşit. Bazı caddeler çok şanslı. Hemşinliler Laz değil; olsa da mühim değil. Cennet'e girebilmek. Kitap yazmak. Yaz. "Oku". Sevmek ne güzel. Floransa ne güzel yer. İnsanlar gülsün. Bazı mağaza vitrinleri benden daha şanslı. Herkes mutlu olsun. Savaşmak ne saçma. Şarkı yazalım. Hepimiz dünyalıyız. Herkese merhaba. Ne güzel gülersin. Sen hep gül. Aşk ne güzel. Leyla ile Mecnun. Ya başkası? İhtimaller. Eyvah. Düşünceler. Hayaller. Sevinç. Hüzün. Şüphe. Aman Allah'ım. Sorular. Sen hep gül. Güneş doğsun. Soru işaretleri. Belirsizlikler. Diyalog. Yok. Hayırlısı. Son zamanlarda ne çok duydum. Ne çok söyledim. Hayırlısı.
Yahu bu nasıl olabiliyor? Bu nasıl bir kafa karışıklığı?
Hepsi aynı anda. Hepsi aynı yerde, üst üste. Hepsi beynimde.
Anne..
Beynimi yiyorlar anne.
Beynimi yiyorlar..
Kaç o zaman kaç..
Hem bazen gereklidir hani 'kaçış'.
Hem ne güzel bir şarkı ismi gibi.
Onlarca dakika, yüzlerce kelime;
Ve malesef netice; ziyadesiyle kafa karışılığı.
Bugünkü dersimizin konusu yine "Çileli başım"
Bugün yolda yine "Ellerimi uzattım, gönlümü açtım.. E gelmiyor musun?"u gördüm.
Bugün yolda yine "Kardelenler çiçek açtı, gelmedin."i gördüm.
Yine de güldüm.. Zoraki güldüm..
Aynada, ağlayan palyaçoyu gördüm.
Yahu zaman nasıl bir kavram.
Zaman ne kilit bir nesne.. Ne derin bir felsefe.
Her şeyin ilacı onda. Her derdin devası.
Ozzy Osbourne'un şöyle dediğini hatırlıyorun: "Time will kill all the pains." , "Zaman tüm acıları öldürecek."
Öldürsün.
Ama benim duygularıma dokunmasın.
Acımı bastırmak için duygularımı öldürmesin sakın ha.
Varsın olsun; yanalım.
Yahu kanarsak kanayalım.
Leheb taş attı, eli kurudu.
Aşığın suçu ne? Ne yaptı da yüreği kurudu?
Olsun. Kurusun.
Ama sakın ha sakın!
Kimse beni, sevgilerin bir gün öldüğüne inandırmaya çalışmasın.
Çünkü yağmur duasına çıkarken, yanıma şemsiye almıyor oluşum; inancım olmadığı anlamına gelmiyor.
Nedeni yağmura susayışım.
Yağacak.
O yağmur yağacak.
Serinlik olacak yangına.
Sırılsıklam edecek beni.
Kollarımı haddince açıp kucakladığım, yüzümden akarken "Hoşgeldin." dediğim günler gelecek(inşallah).
'Umut' diye bir şey var. Hem olmasaydı ne yer ne içerdik; aç kalırdık mazallah.
Yağmuru beklemekten şikyetçi olan kim?
Hem sabır ne güzel bir tevekkül biçimidir.
Yeter ki yağmur yağsın.
Beklenir.
Çokça beklenir.
Ne kadar gerekiyorsa beklenir.
Hem zaten, yaşamak da hızlı bir ölme biçimidir.
Yahu yanarsak da yanalım..
Kanarsak da kanayalım..
Üzülüyorsak da üzülelim; bizden ötürü kimseler üzülmesin yeter ki.
Hem bak; ağabeyi ölüm döşeğinde yatıyor, "Yapacaklarımı yapamadım.. Yeterince yaşayamadım." diye yakınıyor.
Cevdet Bey ise "Senin adına üzülüyorum." diyor.
Ağabeyinin cevabı ibretlik:
"Benim için üzülme.. Beni anla."
Koca pembe kulaklıklı küçük çocuk ne kadar da güzeldi;
Annesinin elindeki sigara o kadar çirkin.
(Orhan Pamuk'a, Yılmaz Erdoğan'a, Yaşar Kurt'a, Mevlana'ya,
Bir de bisiklet yolunun kenarındaki banka teşekkür ederim)
e.p