30 Mart 2013 Cumartesi

Barış Güvercini ve Vampir

Vahlarım olsun..
Yuhlarım olsun, bu dünya nasıl bir dünya..
Yahu bu dünya öyle bir dünya ki; bedeninin rengi siyah veya kızıl olduğu için öldürülebiliyorsun..
Kızılderililerin o kızıl derilerini teker teker yüzdüler; altında beyaz bir başka deri bulabildiler mi bilemiyorum.
Ve üzerine aç köpekler salınan, elleri kolları bağlı zencileri hatırladıkça hala hüzünleniyorum.
Yahu bu dünya nasıl bir dünya?
Kafatasının daha dar ya da daha geniş olması, vücuduna kurşun sıkılması için bir sebep.
Elinde olmadan mensubu olduğun ırkın öldürülmen için bir sebep.
Hayretlerim olsun..
Yahu ne olur bırakın; mezurayı sadece terziler kullansın.
Ve insanların ırkları artık hakaret unsuru yerine geçmesin.
Bir insana; 'Pis Kürt', 'Laz Kafalı', ' Ermeni Soyu', 'Megrel Dölü', 'Çingene gibi' demekle, Almanya'da Türklerin Neonazicilerce çatur çutur yakılması arasında bir fark bulamıyorum.
Yahu böyle bir şey nasıl olabilir; Allah'ım suçumuz çok büyük ne olur affet.
Ey güzel Allah'ım günahımız çok büyük, ne olur ateşe atma.
Ayıptır, günahtır.
"Irkçılık haramdır." diye ben demedim ki..
"Irkçılık küfürdür." diye ben demedim ki..
Veda Hutbesi'ne göz atılmasını önemle rica ederim.
Ve şunu da ben hatırlatayım; ırkçılık bir hastalıktır.
Yahu hepimiz aynı anne babadan, hepimiz aynı Adem-Havva'dan.
Ve şunu da hatırlatayım; kimse kurttan falan türemedi.

Yıllarca öldük öldük öldük.
Yıllarca derelerden, nehirlerden kan aktı.
Kan kokusundan gına geldi, yandık da yandık.
Kimileri de su içer gibi içtiler o kanı, onunla beslendiler.
O kanla pirim yaptılar, onunla doydular.
Ama artık dur denmeliydi ve eller taşın altına konmalıydı.
Ve bu noktada pahalar çıktı meydana. Kimin kaç para olduğu anlaşılmaya başlandı.
"Kan kan kan" diyenlerin boyunları bükük, içleri buruk.. Ekmek kapıları yıkılıyor çünkü.
Bu memlekete bahar gelsin, dağlarında çiçek açsın istemiyorlar çünkü.
Ve maalesef  'tükürdüğünü yalamak' gibi şeylerden dem vurulması en bayağı savunma.
"Barışı bunlar getirecekse hiç gelmesin." düşüncesi ne kadar da pejmurde, akıl alır gibi değil.
"Bölündük, parçalandık vah vah" haykırışlarının yegane amacı provokasyon.
Gerekirse yalanır o tükürük(varsa öyle bir tükürük).
Ey gözleri kör, ey kalbi kör, görmez misin kan tükürükten daha pis.
Gülecekse artık yüzler, duracaksa kan; verilmesi gereken ödünler verilsin gayrı.
"Kan akmaya devam etsin."cilere karşı da sessiz kalacak değilim.
Kana susamış vampirlere göz yumacak değilim.
Kimse kusuruma bakmasın..
Elimi yukarıya kaldırdım; benim buna itirazım var.
'Akıl'lığım tartışılır ama, sürece destekte listenin başına yazın beni.
Gel bu sürece çanak tutalım.
Sürece balta, çanağa tekme vuranların kıçına tekmeyi çoktan bastım.
Ve "Ya herrü ya merrü" diyerek barışa çabalayanlara tebriklerim var, alkışlarım var.
Kanı durdurmaya niyetlenenlerin niyetine gönülden takdirlerim var.
Sürece fedakarlıkta listenin başına yazın beni.

Ve üç beş yazar parçasına selamım var;
Sizi doğuranların yanına kar kaldı kasıklarındaki sancı.
Sizi doğuracaklarına birer odun parçası doğursalarmış, belki bir marangozhanede azıcık yontulur da bir baltaya sap olurdunuz.

Kimse kusuruma bakmasın;
Ben vampir olmayı değil, barış güvercininin kanat çırpışını izlemeyi tercih ediyorum.
Uç güvercin uç.. Vampirin yetişemeyeceği yükseklerde uç.

Haydi vira Bismillah. Haydi eller havaya; oğlumun adı Barış, kızımın adı Sevgi.

e.p

15 Mart 2013 Cuma

Sancı

Güneşli havada şemsiye açana garipseyerek baktık..
'Şemsiye'nin, 'güneş' kelimesinden türemiş olmasına rağmen.
Ve kahvehanelerde çay satılmasını normal karşıladık; adı 'çayhane' olmamasına rağmen.
Siyah ve beyaz renk değil sanki; renkli televizyona 'renkli televizyon' dedik..
Çay bir bitki değil sanki; bitki çayına 'bitki çayı' dedik..
İşte aynen böyle.
Bazı şeylerde mantık yok.
Gerçekten de yok.
Mesela aşk ve mantık aynı yerde durmuyor.
Gönül dedikleri yerde, mantığın esamesi bile okunmuyor.
"Gönül ferman dinlemez."e inanırız da, gönül ferman dinlemediğinde neden şaşarız o halde?

Yok yok..
Bu aşk dedikleri şey bakkaldan gofret almaya benzemez.
Bir akşamüstü gezintisi değildir.
Parmağını dilinle ıslatıp, okuduğun kitabın bir sayfasından diğerine geçmek değil.
Televizyon izlerken; eski tarihli gazetenin renksiz bir çıkmasına tırnaklarını kesmek gibi bir şey değil.
Küfürbaz dizinin bayağılıklarına gülmek gibi bir şey değil (merhaba Behsat Çe, merhaba Boş İşler Güçler vs.).
Bu şey o kadar basit değil.
Ama bir uçurumdan düşmek gibi olabilir mesela.
Hem belki de o yüzden sevgilinin ismi 'yar'.
Hem belki de o yüzden yürek yarasının ismi 'yara'.
Kim bilir, belki de.

O belki de Kaf Dağı'nın ardında, Kef Vadisi'nin tam ortasında.
O Serendip'te. Adem ve Havva'da.
Elmada. İncir yaprağında.
Belki de.
O çok yaman bir iddia.
Zümrüd-ü Anka'nın göğsündeki lades kemiği gerek o halde.
Öyle bir iddia gerek, öyle bir meydan okuma gerek.
Öyle bir fedakarlık, öyle bir cefa gerek.
Çokça şeyi göze almak..
Elini taşın altına koymak yetmez de; taşın altına girmek gerekir belki de.

Yahu bu hal, öyle bir hal..
Deli kıyafeti giymiş gibi; kıpırdayamazsın.
Karabasanla sevişir gibi; nefes bile alamazsın..
Bu sancı, öyle bir sancı.
Bu hal, öyle bir hal..
Bu hal, koca padişaha cariyesi için; "Ayaklarını öperim." dedirten bir hal. Anlayamazsın.
İçin yanar da susarsın.
Susarsın da, bir damla su bulamazsın.
Dolanırsın dervişler gibi, abdallar gibi; Pir Sultan gibi, Kaygusuz gibi.
Gidersin yane yane, aşk boyayıverir seni kane; Yunus Emre gibi.
Dolandıkça acıya bulanırsın. Yolları ölçtüğünle, parke taşlarını saydığınla kalırsın.
İşte bu hal, öyle bir hal..
An olur, hiç tanımadığın birini kıskanırsın.

Veremli değilim ama ben de şiir yazarım arada.
Hem, kelebeğinki kadar olmasa da benimkiler de rüya nihayetinde.
Vay halimize..
Vay halime..
Zor bir şeymiş hayat.. Şair olmak da yetmiyormuş.

Öyle ya..
Elden bir şey gelmediği zamanlarda, gerçekten de elden bir şey gelmiyor.
Nasıl bir adım atman gerektiğini bilemediğinde, gerçekten de nasıl bir adım atacağını bilemiyorsun.
Yapacak bir şeyin olmadığında, gerçekten de hiçbir şey yapamıyorsun.
Kural, basit kural: Hasta olan iniler.
Kaide, basit kaide:
Gülmek zorken gülmek gerçekten de zor.

Yahu bu nasıl oluyor?
Kütüphanenin karmaşası.. Aradığın şeyi bulamıyorsun; PL 278, QP 123, SL 343
Pis caddler; pet şişeler, çikolata ambalajları, tükürükler..
Televizyondaki saçma diziler, komik olmayan komediler, vurdu kırdı heberleri.
Esbjerg'i özledim. Danimarka'yı özledim.
Savaşlar; soğuk savaş, sıcak savaş.. Bolşevikler, Monşevikler.
Yahu bu nasıl oluyor?
Geri dönüşüm çok gerekli.
Hitler'in intiharı; ırkçılık, ayrımcılık.
Aşk. Sevmek.
Siyahlar, beyazlar; Kızılderililer, Aborjinler..
Zerdüştler, Şamanistler.
Yahu bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da hepsi aynı yerde, üst üste toplanabiliyor?
Hepsi aynı anda. Hepsi aynı yerde.
Seviyorum. Kızıyorum. İnsanlar ölmesin. Irkçılık ne saçma. Çocuklar ağlamasın. Mahçubiyet. Masumiyet. Cennet. Cehennem.
Yeni İçişleri Bakanı iyi. Turizm Bakanı keşke değişmeseydi.
Pangram çok enteresan.
Deja-vu. Jamais-vu.
Jö mapel İsmail.
En kolay akor geçişi; mi minör-la mimör.
Hepsi aynı anda. Hapsi aynı yerde.
Piyano çalmak istiyorum. Keşke keman çalabilsem. Haksızlık. Cesaret. İtiraz. Yanlışa yanlış. Doğruya doğru. Sevmek ne güzel. Herkes eşit. Bazı caddeler çok şanslı. Hemşinliler Laz değil; olsa da mühim değil. Cennet'e girebilmek. Kitap yazmak. Yaz. "Oku". Sevmek ne güzel. Floransa ne güzel yer. İnsanlar gülsün. Bazı mağaza vitrinleri benden daha şanslı. Herkes mutlu olsun. Savaşmak ne saçma. Şarkı yazalım. Hepimiz dünyalıyız. Herkese merhaba. Ne güzel gülersin. Sen hep gül. Aşk ne güzel. Leyla ile Mecnun. Ya başkası? İhtimaller. Eyvah. Düşünceler. Hayaller. Sevinç. Hüzün. Şüphe. Aman Allah'ım. Sorular. Sen hep gül. Güneş doğsun. Soru işaretleri. Belirsizlikler. Diyalog. Yok. Hayırlısı. Son zamanlarda ne çok duydum. Ne çok söyledim. Hayırlısı.
Yahu bu nasıl olabiliyor? Bu nasıl bir kafa karışıklığı?
Hepsi aynı anda. Hepsi aynı yerde, üst üste. Hepsi beynimde.
Anne..
Beynimi yiyorlar anne.
Beynimi yiyorlar..

Kaç o zaman kaç..
Hem bazen gereklidir hani 'kaçış'.
Hem ne güzel bir şarkı ismi gibi.
Onlarca dakika, yüzlerce kelime;
Ve malesef netice; ziyadesiyle kafa karışılığı.
Bugünkü dersimizin konusu yine "Çileli başım"
Bugün yolda yine "Ellerimi uzattım, gönlümü açtım.. E gelmiyor musun?"u gördüm.
Bugün yolda yine "Kardelenler çiçek açtı, gelmedin."i gördüm.
Yine de güldüm.. Zoraki güldüm..
Aynada, ağlayan palyaçoyu gördüm.

Yahu zaman nasıl bir kavram.
Zaman ne kilit bir nesne.. Ne derin bir felsefe.
Her şeyin ilacı onda. Her derdin devası.
Ozzy Osbourne'un şöyle dediğini hatırlıyorun: "Time will kill all the pains." , "Zaman tüm acıları öldürecek."
Öldürsün.
Ama benim duygularıma dokunmasın.
Acımı bastırmak için duygularımı öldürmesin sakın ha.
Varsın olsun; yanalım.
Yahu kanarsak kanayalım.
Leheb taş attı, eli kurudu.
Aşığın suçu ne? Ne yaptı da yüreği kurudu?
Olsun. Kurusun.
Ama sakın ha sakın!
Kimse beni, sevgilerin bir gün öldüğüne inandırmaya çalışmasın.

Çünkü yağmur duasına çıkarken, yanıma şemsiye almıyor oluşum; inancım olmadığı anlamına gelmiyor.
Nedeni yağmura susayışım.
Yağacak.
O yağmur yağacak.
Serinlik olacak yangına.
Sırılsıklam edecek beni.
Kollarımı haddince açıp kucakladığım, yüzümden akarken "Hoşgeldin." dediğim günler gelecek(inşallah).
'Umut' diye bir şey var. Hem olmasaydı ne yer ne içerdik; aç kalırdık mazallah.
Yağmuru beklemekten şikyetçi olan kim?
Hem sabır ne güzel bir tevekkül biçimidir.
Yeter ki yağmur yağsın.
Beklenir.
Çokça beklenir.
Ne kadar gerekiyorsa beklenir.
Hem zaten, yaşamak da hızlı bir ölme biçimidir.

Yahu yanarsak da yanalım..
Kanarsak da kanayalım..
Üzülüyorsak da üzülelim; bizden ötürü kimseler üzülmesin yeter ki.
Hem bak; ağabeyi ölüm döşeğinde yatıyor, "Yapacaklarımı yapamadım.. Yeterince yaşayamadım." diye yakınıyor.
Cevdet Bey ise "Senin adına üzülüyorum." diyor.
Ağabeyinin cevabı ibretlik:
"Benim için üzülme.. Beni anla."

Koca pembe kulaklıklı küçük çocuk ne kadar da güzeldi;
Annesinin elindeki sigara o kadar çirkin.

(Orhan Pamuk'a, Yılmaz Erdoğan'a, Yaşar Kurt'a, Mevlana'ya,
Bir de bisiklet yolunun kenarındaki banka teşekkür ederim)

e.p

2 Mart 2013 Cumartesi

Yeşil Güzel Bir Renktir


























İmaret'in avlusuna sığındım bugün..
Muhabbetin havlusuna sardılar beni.
Hüseyin Amca, Tevfik ve diğerleri.

Ayakkabımda; serçe parmağıma denk gelen yerin yırtık oluşunu sevdim.
Diğer yerlerinin yırtık olmamasına şükrettim bugün.
Avucuma para konmamasına hayıflanmadım;
Elimin okşanıp, "Meteliğim yok, kusuruma bakma kardeşim." denmesine teveccühle teşekkür ettim bugün.

Yanımdan geçen, güzel vücutlu güzel kızı aç kurtlar gibi seyretmeyişimle içten içe övündüm.
Övüncümde kibir bulup, ukalalığıma sitem ettim.
Niyetçi tavşan masumiyetiyle liseli kızlara yanaşan, pis sakallı pis adamın niyetini yüzünden okudum; okumayı söktüğüm güne lanet okudum.
O'nun adına ben kızardım, ben utandım.
Ve "Ukalalık, tacizden iyidir."de mutabakata vardım bugün.

Banka yazılmış telefon numarasını komik buldum.
Ciddiye alıp, numarayı çevirenin çabasını daha da komik buldum.
Numaranın gerçek olma ihtimalini ve onu oraya yazanın hevesini daha da komik buldum.

Duvarın hemen dibinde oturan; tespihli, kasketli amcaların sohbetine imrendim.
Hemen yanımdaki yaşlı çiftin konuştuklarına kulak kesildim.
Telefonla konuşan tesisatçının jargonundan üç beş bir şey öğrendim.
Sigarasını keyifle yakan çocuğa "Hayat sana güzel." der gibi,
Sigarasının sonuna gelmiş amcaya "Dertlerini de sigaran gibi yakıp bitirebildin mi bari?" der gibi baktım.
Her ikisine de "Ne halt ediyorsanız edin, dumanı bana doğu üfürmeyin." der gibi baktım.
Ve bana doğru "Ne yazıyor acaba?" der gibi bakan adama, yanağımın sol tarafından dişlerimi hafifçe gösterecek şekilde yaptığım; sahte, eğreti tebessümle karşılık verdim.

Ağaçların haklı özlemine hak verdim..
Onlar da özlemiş baharı;
Yeşili istiyorlar..
Bıktırmış artık sarı.
E öyle ya; yeşil güzel bir renktir.
"Yaz gelse de şenlensek." diye bekleyen havuzun yanı başına, avlunun orta yerine dikilmiş; o acımasız, o hunhar, o çirkin koca beton direğe karşı, ağaçların haklı küfrüne hak verdim..
Ekmek parçalarına hevesle saldıran kuşları hevesle izledim; ekmekleri bırakanları taktir edip, "İnsanlık ölmemiş."e sevindim bugün.

Oturduğum bankta geriye doğru yaslanıp, biraz sıyrılır gibi oldum bugünden.
Birkaç 'flashback'e teslim oluyormuşum meğer:
Karşımdakinin saç yönünden sıkıntılı olduğunu unutup, muhabbet esnasında "Kelin ilacı olsa...." benzetmesini yaptığım için kendime bir kez daha güldüm.
Hastanede, muayene sırasını  gösteren ekrandaki hasta isminin 'Şifa' oluşunun garipliği üzerine bir kez daha düşündüm..
Kelin ilacı yok başına, Şifa'nın şifası yok derdine..
Ve 'merhaba'.
"Benden sana zarar gelmez."ken, 'merhaba'nın manası; üslubu tutturamadığım için, "Saygısızlık yapmış gibi mi oldum acaba?"ya bir kez daha takıldım.
Kendime kızdım.
Misket büyüklüğündeki taşa o hışımla tekmeyi bastım.
Hocanın, özrümü duymamış olma ihtimaline üzüldüm..
O halde tekrar:
Afedersiniz Barış Hocam. Kabalık etmek istemezdim. Yanlış anladınız beni;
".....Sizin çadıra gelişim, küçük kardeşini görmek için."

Ve hocalardan bahis açmışken;
Ahmet Hocam..
Yahu sen ne güzel bir adamsın. Canımızın içisin tabir yerindeyse.
Gözümüzün nurusun adeta;
"Roniya çave me"
Doğru..
Terziler, her şeyi diktiler; kendi sökükleri hariç.
Bir de, insanların yürek yaraları hariç..
Bu arada, yeşil ne güzel bir renktir.
"Roniya çave mın"

Ve,
İnsanların aynı enlemde, farklı boylamlarda olabilmesi düşüncesine şaşırdım.  (Benbunainanmadım1)
Sen o diyarda bir şeyler okur, ben bu diyarda bir şiir yazar..

Ve malesef;
Devrildi o ağaç.
Kestiler o ağacı..
Kimi ümitler gibi;
Belki de Setterhan'ın hayalleri gibi;
Kuru bir odundan fazlası değil artık Nar Ağacı.
Kuruyan bir; 'siz' yerine 'sen' diyebilmek hevesi gibi.
Kuruyan bir; 'sen ve ben' yerine, 'biz' diyebilmek hevesi gibi..

Öyle..
Gökyüzü bazen gerçekten de insanın ciğerine ciğerine doluyor.
"Eksik bir şey mi var hayatımda?" sorusuna; canhıraşane "Evet." diye cevap verdim bugün.
Çünkü gözlerim gerçekten de sık sık dalıyor.
"Evet"imin avludaki yankısının, yüzümü dövmesine, tenimi yakmasına, etimi acıtmasına müsade ettim bugün.

Evet..
Bugün yine en çok O'nu düşündüm.
Belki de her adımda.
Gülüşünde neşeler buldum.
Hüzünler buldum "Sen ayrııı, ben ayrı." der edasında. (Benbunainanmadım2)

Ve fakat;
Vurdukça güneş yüzüme, karşı koydum hüznüme..
Gülen yüzler çizdim gökyüzüne elimle.
Bulutlara selam verdim, rüzgarı dudaklarından öptüm.
Hüznüme çağırmamıştım da,
Ortak ettim onları da; bir anda peyda olan, bir anlık sevincime.
Ve göz kırptım şu Kızılderili şiirine:
"İçimden gülmek geliyor, kızağım kırıldı diye.
Kaburgaları çıktı diye gülmek istiyorum.
Yolun ortasında buza saplanmışım,
Başımın çilesi..
Gülmek geliyor içimden..
Oysa gülecek ne var bunda?"

Kızağım kırık ve yolun orta yerinde öylece kalakalmışım.
Ve gerçekten de hiç komik değil bu hal.
Ama yine de,
"Somurt!" diyen hayata küstahça sırıttım..
Sakızımı yüzüne doğru patlattım, şımarıkça dil çıkardım hayata bugün.


(İmaret Günlüğü)

e.p