30 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Berber Bir Nalbura: "Bre nalbur, gel beraber bir berb..?" Yok Öyle Değildi O

Berberle nalbur, "Yahu burada bir uşak yaşardı, ara sıra cama çıkar gitar çalardı.. Nerelerde acaba, görünmez oldu?" diye sorsunlar beni..

Cama çıkar, gitar çalarım bazı bazı..
Hüseyin Bayık Caddesi  sıra boyu bakar durur bizim apartmana, beşinci kata.
Bakkal, kuruyemişçi, nalbur, nalburun kankası ve saçlarımın katili berber(nasıl da acımadan kesmişti bir yıl makas değmemiş saçlarımı).
Yan yana dizilir de izlerler beni. Öyle ya dükkanlar sinek avlıyor zaten akşamüstü; güneşin batma, Emre’nin cama çıkma zamanında.
Onların demesiyle bir fasıl ki sorma.
(Elimde süt, marketten dönerken eve:
-Şefim.. Şefim bugün yok mu fasıl yok mu?
-Var var. Akşama doğru inşallah.
-Güzel güzel. Hoşumuza gidiyor bak bekliyoruz.
-Tamamdır, camdayım birazdan )

Caddeden gelen geçenler de bakar durur.. Balkonlarda  teyzeler, amcalar, yavrucakalar vs.. Sevgililere de jestimdir hani. Sesin uzaktan geliyor olması ve gitarın baskın olması ise dinleyiciyi/izleyiciyi karşımda tutar ;)
He bir de geçenlerde ne oldu bak; gecenin bir vakti uzunca saçlı bir genç yaverleriyle birlikte kuruldu bizim evin yanındaki parka. Elinde ya rebab ya da yaylı tanbur..
Yahu bir çalıyor bir çalıyor. Mest etti bizi resmen.
E benim elim armut toplamıyor ya, aldım gitarı salladım bir ‘Efulim’.  Ahali duyunca sesi bir döndüler bizim cama doğru. Ne kadar, "Gel yanımıza" dediyseler de inmedim. Yahu ertesi gün Financial sınavı var nereye iniyorsun?
Onlar parkta, ben camda.. Notalarla, akorlarla; re minörle, fa diyezle seviştik. Makamlarda; nihavendde, yegahda, rastta, hicazda meşk ettik.
Onlar bana seranad, ben onlara ilan-ı aşk. Güzel oldu, pek güzel bir gece oldu.

İşte güzel günler oluyor Hüseyin Bayık’ta da. Güzel şeyler yaşadık işin açığı.
Her ne kadar bir Hedelundvej olmasa da iyidir iyi.
E hani orada da yeşil bir gitarım vardı, çayımı alır verandanın altına geçer, Alman komşumun evine doğru doğru çığırırdım vs.  Alışmışız buraya da.
Özlerim. Her ne kadar Hedelundvej kadar olmasa da özlerim( ki hiçbir yeri orası kadar özlemedim zaten)
Ve ayrılık zamanı geliyor sanırım. Öyle ki Puzzle Time için ya herrü ya merrü vakti. Mustafa alıp başını gidiyor. Puzzle Time ya tamamen bana kalacak veya eşek ölecek ortaklık bitecek(ki görünüşe göre bana kalıyor an itibariyle) Ve her halukarda bu inden ayrılma vakti. Tek başıma yaşayamam ya koca evde(veya home-office mi demeli?)

Tavşanlarımın marul sponsoru manav özlesin beni, muhabbetini özleyeceğim gibi.
Berberin  de "Saçları ne zaman kesiyoruz" bakışını özleyeceğim gibi.
Son seneye yeni bir macera ile gireceğiz nasipse. Kiminle, nerede pek belli değil.. Puzzle Time ile ya da Puzzle Time’sız.. O da belli değil.

Ve herneyse, akşamüstü vakitlerinde yolu Hüseyin Bayık’a düşen dostlar eğer kulak kesilirlerse beşinci kattan Afyon semalarına doğru doğru yayılan sesimi duyabilirler. Ve eğer iyi birer çocuk olurlarsa belki şirinleri bile görebilirler. Şirinleri olmasa da manavı, beberi, nalburu görürler ne olacak yani.
Nalburun Şirin Baba'dan ne eksiği var Allah aşkına..

Bugünlerde mahalleye vefa borcumu ödeme çabası içindeyim de; elimde sazım, dilimde sözüm.

Öyle ya, bize ayrılan sürenin sonuna geldik.

e.p

13 Mayıs 2012 Pazar

Bugün Günlerden Anne


"Gürcü, Türk, Ermeni, Laz, Hemşinli, Rum, Çerkes, Kürt...
Ana yüreği saf sevgidir, en temiz duygulardır. Herkes sizden vazgeçer, anneniz vazgeçmez.. 
Analar ağlamasın, ağlatmayın.."

Annesine susamış, susuzluktan kurumuş dudaklarıyla 'anne' diye haykıran tüm yüreklere,
Anne hasreti çeken tüm yüreklere..


deda mikgvars dzalyan / annemi çok seviyorum
deda natlis t'valiya / annem gözümün nuru
tma'chağara çemi deda / benim ak saçlı annem

deda sakgvarelo çemi deda / annem benim sevgili,sevilen annem
deda sakgvarelo çemi deda / annem benim sevgili,sevilen annem

kgibeze çamojdeba / merdivene oturur
da şvils daylodeba /  çocuğunu gözetler
tma'chağara çemi deda / benim ak saçlı annem

deda sakgvarelo çemi deda / annem benim sevgili,sevilen annem
deda sakgvarelo çemi deda / annem benim sevgili,sevilen annem


12 Mayıs 2012 Cumartesi

http://menumnette.com/hakkimizda (menumnette.com hakkımızda yazısı )

Yemek/içmek, tarih boyunca Türk kültürünün en önemli ögelerinden biri olagelmiştir. Türk halkı bu eylemi çok önemsediğinden, bazı kültürlerde olduğu gibi ‘geçiştirmek’ olarak görmediği gibi, belli bir ritüle göre yapılması gerektiğine inanır. Bu durum  yemeğin olduğuğu kadar hizmetin satın alınacağı yeri de bir o kadar önemli kılmıştır. Günümüzde,  gıda sektöründeki mekanların  yemek ve hizmet kalitesinin yanında bazı diğer özelliklerin de müşterilerce arandığına şüphe yoktur. Müşteriler, isteklerine en iyi şekilde cevap verecek mekanın hangisi olduğuna  karar  verebilmek için zamana, diğer kişilerin yorumlarına belki de biraz da tecrübeye  ihtiyaç duyarlar.. Ve  bu şekilde birkaç farklı mekana gittikten sonra aralarından kendilerince  en iyi olanı tespit ederler, kendileri için en uğrak yerlerden biri haline dönüştürürler. Hangi mekanda ne tür yiyecekler var, hizmet kalitesi nasıl, mekanın ulaşılabilirliği nedir veya mekanda  internet erişiminin olup olmadığı, mekan seçiminde öneme sahiptir. Menümnette işte bu soruların cevaplarına kolaylıkla erişim sağlayabilmek adına oluşturulmuş bir sitedir. Bulunduğunuz şehirdeki belli başlı mekanlar ve mekanın her türlü özelliğiyle alakalı bilgilere erişebileceğiniz gibi, mekan hakkında diğer müşterilerce yapılmış yorumlardan da faydalanabilecek veya kendiniz de gittiğiniz mekan hakkında yorumlarda bulunabileceksiniz. Menümnette ile aradığınız özellikteki mekanı zamanınızı boşa harcamadan kolayca  bulabileceksiniz.

Keyif almanız dileğiyle.

e.p

E Daha Dört Değil Canım.. Ama Tam Bir Yıl Olmuş Dün

Sevgili günlük,

Bugünün ilk  saatlerinde(ki 2-3 suları eder) Kopenhag'a vardık.
Allah'ın binbir kulu vardı da, Allah'ın bir vasıtası yoktu ki gidelim faynıl destineyşına.
Kafamızı koyduk valizlerin üzerine, büktük belimizi titreye titreye sabahladık.
Titreye titreye sabahladık dememe şaşma; burası Danimarka Ağustos falan bakmaz, dondurur soğuktan sabaha karşı.
Her neyse sabah olunca yetkili birini bulduk. Hani işte ne yapalım, nasıl gideriz diye sormaya(ki tam bir skandal teşkil eder o anlar).
Yorgunluk, uykusuzluk vs. derken, saflık katsayımız tavan yapmıştı.
Öyle ki görevli hanımefendiyle diyalog kurmamız pek bir zor oldu.
O bizi anlamak istedi. Çook çok istedi ama biz bir şeyler anlatmasını beceremedik.
Teker teker gittik sorduk, olmadı.. Hep beraberce gittik sorduk, olmadı.. Beceremedik.
Fakat ne yaptık ettik nihayetinde binebildik trene.
Esbjerg'e giden bir tren kalktı Kopınhavn Luftavn'dan.
Sonunda vardık Esbjerg Tren İstasyonu'na.
Ve orada iki tane etine dolgun kızcağız karşıladı bizi. Şeker mi şeker..
İlk bakışta klasik birer Danimarkalı gibiydiler ama Romanyalıydılar aslında.
E sorduklarında öyle demiştim zaten.. Bizi karşılamaya gelecek öğrenciler illede Roman olsun, ister çamurdan olsun diye vs.
Yaşayacağımız mahalleye, Hedelundvej'a götürdüler bizi. Evi gösterdiler; Numara 124..
Sonra da okula gittik, Academy West'e. Hani yol tarifi, yer gösterme maksatlı.
West yolu üzerindeyken çalının birinden kopardığım çiçeği bir "E o kadar karşıladın bizi, yer yurt gösterdin. Allah razı olsun." surat ifadesiyle; "Thanks for the nice welcomming and this is for you. Take it as a thankfulness gift." diyerekten verdim kızcağıza..
Erkek arkadaşı böyle şeyler yapmıyor olacak ki; sevinçli bir ifadeyle "Oooww honey thanks. You so cute."u yapıştırıverdi.

Ve gittik gördük.. Okul da pek güzeldi..
Ve derhal eve dönme gereği duydum zira yorgunluktan elim ayağım titriyordu.. Fakat attığım her adımdan da zevk duyuyordum aynı anda.
Akşamüstü ise biraz dinlendikten sonra ufak bir keşif turuna çıktım mahalle çevresinde.
Hoş duygular içindeydim.. Her yönüyle bana uygun bir yer gibi görünüyordu.
Çevreme bakındıkça bir hoş oluyordum. "Yahu ben burayı severim be." diye düşünüyorum.
Peyzaj harikası yollar, düzenli yapılaşma, şirin evler, sınırsız yeşil vs.
Ve az sonra bir yağmur başladı ki ne yağmur.. (e her yönüyle bana uygun dedim ya, işte bu)
Kaçışmaktansa altında bekledim, kafamı yukarıya kaldırıp gökyüzüne baktım..
Yağmur hevesle yüzümü dövüyordu..
Ellerimi yana doğru açtım, gülümsedim ve şöyle dedim;
"Hoş bulduk.."
Sonr ev dönydm akşa olmak üzredi...
!!! Ne oluyor bee??
Ne..? Nasıl??
Bunların hepsi bugün değil tam bir yıl öncesi mi oldu???
Hadi yaa.. !! Pehh pehh peeehhh

Şaka değil tam bir yıl olmuş yahu.
Ama unutmak ne mümkündür.
Güzel İskandinav diyarı Denmark
Havası, suyu, insanı güzel Denmark
Güzel şeyler; güzel insanlar, dostlar verdin bana.
Komşularımızı?
Ne çok severdim komşularımızı.
E teşekkürler borçluyum..(tak)
Gönül borcum var, e vefa borcum var.
Ama daha işimiz bitmedi canım.. E dur canım.
Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak diye düşünüyorum.

Oyh duygulandım mı ne.. Ula gözlerim mi yaşardı yoksa.
Ama yok olmaz.. Esbjerg çevresinde 'güler yüzlü uşak' diye bilirler beni.
E sor Anatoilen Pizza House'a, Bakkal Moody'e sor..
Satanist kılıklı bisiklet tamircime sor..

Her neyse..
Görüşmek üzere diyorum güzel diyar Danimarka, güzel şehir Esbjerg, güzel mahalle Hedelundvej ve numara 124.... Buluşacağız(inşallah).

28 Ağustos 2011

e.p




Bugün Pazar ve Ben Seçimi Çok Özledim

Evet seçim geldi geçti ama etkileri devam ediyor hala, deprem ve artçıları misali.
Ve bununla alakalı kulağıma gelen bir mevzuyu yazmazsam, orta yerimden çatlarım diye düşünüyorum.

Evet evet bir mevzudan bahsetmek istiyorum, iki kşiden..
Karşıt görüşlere sahip, ayrı partileri destekleyen iki arkadaştan..
Malum seçimden sonra bayağı bir geyik döndü. Espiriler bilmem neler. Yakın olanlar yüzyüze, olmayanlar sosyal medya aracılığıyla taş attılar birbirlerine vs.
Bu iki arkadaş da internet üzerinden yorumlaşıyorlar seçim üzerine.
Ve tansiyon iyice geriliyor sonunda. Biri diğerine 'koyun' diyor, diğeri de o malum espriyi yapıyor ve bardak taşıyor artık.
En başta messenger adresleri siliniyor, akabinde facebook üzerindeki sanal arkadaşlıkları bitiyor ve gerçek yaşamdaki somut arkadaşlıkları da bitiyor nihayetinde.
Öğrencilik yıllarında başlamış, onbeş yıllık bir arkadaşlık bitiyor..
Tüh tüh tüühh.
Yapma be.. Etme gözünü seveyim.. E oldu mu bu hiç?
Sonra da "Yahu ben tarafsızım." dendiğinde, "Rotasız geminin kaptanı rüzgardır." klişesi kulaklarda..
Ne yapmalı; olmayacak şeyler için tartışıp, kalp kırıp dostlardan mı olunmalı?
Ve ayrıca, rüzgarın götüreceği yerden şikayetçi olan kim?
Tamam.. Ben de tarafım; saçma şeyler için dostlarını kaybetmeme tarafındayım.

Hee bu arada..
Ortalığı karıştıranlar var bir de.. Millet kavga ettikçe hoşuna gidenler var değil mii.. Dur dur duur.
Yazar diye geçinip milleti galeyana getiren kimseler (bkz. Yılmay Özdik), tiyatrocu olduğunu unutup provakatörlüğe merak salan kimseler (bkz. Müjgan Gezer) mesela.
Milleti kavgaya itin, popülistlik yapın, sizin trajınız artsın, mutlu olun emi.
Kırgınım size.. Dargınım size..
Haberiniz olsun, laflar hazırlıyorum size.
Evet, bugün pazar ve ben seçimi çok özledim?

19 Temmuz 2011

e.p

Ve Gittik Yine

 Sabah 10:30'da aradılar:
-Emre Pehlivanla mı görüşüyorum ?
-Evet.
-Vizeniz elçilikten geldi alabilirsiniz..

 Hani filmlerde şöyle mevzular geçer ya; 'ilk uçakla bilmem nereye gidiciiim'.. aynen o misal atladım ilk otobüse, doğru Anakra.

Ve otobüsün arka tarafında yine bir Rus-Gürcü kitlesi hakimiyet kurmuştu..
Ben de uyumaya çalıştım malum oruç, malum yorgunluk ve malum bitkinlik..

Ve uyandığımda  iftar için mola verdik. O kadar hararetliydm ki iner inmez dondurma dolapları ilişti gözüme ve kendimi atıverdim hemen oraya..
E psikoloji dersinde öğrenmiştik ya 'Algida' seçicilik diye. İşte tam olarak buydu.
İlerleyen saatlerde, şiirde bahsedilen 'Sadece bilmek  zorunda olanların bildiği bir yol üstü' dinlenme tesisinde hayatımdaki en rezil sahurlardan birini yaptım ve bir dünya da para saydım, e olsun..

Ve nihayet sabahın ilk ışıklarıla vardım Ankara’ya..
Aşti’de buluşunca gençlerle dooğruca gittik 'Danish Visa'ya.
Sonunda elimize geçmişti, gecerlilik kazanmış pasaportlarımız.
Oradan da yolaldık doğruca Afyon’a.
E sıcak kıyamet tabi bu arada..'sıcak kıyamet'
Enteresan olarak, Afyon'da çok kısa sürmesi gereken işlerimiz gerçekten de çok  kısa sürdü.
Oysa biz alışmıştık bir imza için iki gün beklemeye
Neyse imzalayınca anlaşmayı indik çarşıya..
Yahu pek de özlemişim canım Afyon’u, caddelerini, binalarını...toz toprak havasını, insanın kafasını kaynatan sıcağını, turexçi-dolmuşçu kavgasını.
Bina deyince, yahu yıkmışlar belediye tiyatrosunu be. Tüm sanatseverlere duyrulur ;)
Gerçi iftar çadırı kurmuşlar ya, o da iyi. İçinde bir de Karagöz oynasa al sana tiyatro işte.
hem seyirci de var.. Yoksa normalde ‘seyirci ne arar la tiyatroda’

Ve sigortacımız Saniye Hanım'a teslim ettim teşekkür manasında hediyelik çayını.
E hani Sinem'in belgeleri okulda kalmıştı. Hani biz ordaydık, hani birden panikledik, hani yardımcı olmuştu bize.. He onun için işte..

Yavaş yavaş akşam olurken attım kendimi Şömine'ye, dedim bir iftarla vefa borcumu ödeyim, bir veda yemeği yiyeyim şurda. Bir sürpriz de orda yaşadım. Aa ne göreyim?? Yenilemiş şömine mobilyaları, çok da güzel olmuş yani. Sevindim. Afyon’da bir Çıtır Simit'i bir de şömineyi özlemişim zaten..
İftarım da müthişti bu arada. Yalnızdım ama tam bir veda yemeği oldu. Dönüşte görüşmek üzere..
Ve batarken güneş ardında tepelerin gitme vakti gelir teletabilerin.. Akşam dokuzda binerken otobüsüme,  Afyon’dan ilk kez bu hoş duygularla ayrılıyordum.. Yaşlanıyor muyum ne ;) Hafiften keyifliydim vesselam, planı harfiyen uygulayabildiğimz için.
Sonuç olarak imzaladık anlaşmamızı, vizemizi de aldık, o da cepte.  Artık bekle bizi Danimarka. Ne deyim

20 ağustos 2010

e.p

6 Mayıs 2012 Pazar

Zincirleme Irkçılık

Belözoğlu Emre, Zokora'ya "Pis zenci" diyor, Trabzonspor taraftarı Emre’ye "Ermeni Emre" diyor, bunu duyanlar Trabzonsporlulara "Laz beyinliler" diyor(ki Trabzonlular Laz değildir halihazırda).
İnsanımız siyah bir deriye sahip olmayı, Ermeni olmayı, Laz olmayı hakaret olarak değerlendiriyor ve hakaret etmek için kullanıyor.
Bu topraklar da zehirleniyor?
Asil ataların sefil torunları; hoşgörülü ve hümanist ataların ırkçı torunları, günden güne zehir saçar hale geliyor.
Bu topraklar da yaşanmaz hale geliyor?
Eğlence için icat edilmiş bir top oyunu insanlarımızın zavallılığını piyasaya çıkarmaya yetiyormuş meğer. Ne kadar küçülebileceğimizi, sapkınlığa meylimizi gösteriyormuş.
Eğlence terörizme dönüşüyor, kafalar yarılıyor, bıçaklar sallanıyor, hatta statlardan cesetler dahi çıkıyor. Fitnenin, küfrün bini bir para, rezilliğimiz diz boyu. İpliklerimiz pazarda, almayan kalmasın.
Mevlana’nın kemik sesleri yankılansın Trabzonspor tribünlerinde,  Emre’nin kulaklarında.

Ne olursan ol yine de gel.. Ama maça gitme.

e.p