Van'dan bir arkadışım geldi..
Xer hati(evet Hemşince tek bir kelime bilmiyorum).
İsmi lazım değil, Fırat Nehri kadar koca yürekli bir kardeşim.
Oturduk laflıyorken gönül meselelerine geldi konu, gecenin bir vakti.
Sevdiği kızı bir başkasıyla evlendirdiklerini zaten biliyorduk.
Telefonda, "Vermezlerse kaçırırım seni." deyişini daha dün gibi hatırlıyorum..
Avuç kadar yurt odasında, dünyalar kadar büyük bir meydan okumaydı şüphesiz.
Gel gör ki olmadı..
Geçtiğimiz günlerde karşısına çıkıvermiş kızcağız; ismi lazım değil, bir Meltem Rüzgarı gibi aniden.
Kucağında çocuğuyla ve arkadaşımın deyimiyle hala aynı güzelliğiyle.
"Ne yapacağımı şaşırdım." dedi arkadaşım..
Dudakları büzüldü, sesi titredi; benim içim titredi..
Düşünsene.. Başkası sarılmış, elini başkası tutmuş, başkasının olmuş; sevmediği bir adamın sıvısı bedenine bulaşmış da bir çocuğu bile olmuş.
Gözleri doldu, gözlerim doldu..
Koca adamlar olmasak, birbirimizden utanmasak oturup ağlayacağız o derece.
Akıl alır gibi değil.. Tahammül edilebilir gibi değil; koca bir hayatı, dikdörtgen bir betonun içinde sevmediğin bir cüsseyle geçireceksin..
Tanımadığın biri.. Bir başkasıyla yaşayacaksın bir ömür boyu.
Eyvah eyvah. Allah yanında olsun inşallah Meltem Rüzgarına benzeyen kız.
Uyuttum bizim genci.
Kendimi düşündüm sonra; on yıl geçtikten sonra mesela, 34 yaşındaki ben... Böyle bir şey olsa nasıl olur acaba? Ne hissederim?
İstanbul'da, Ankara'da, Bursa'da.. Efendime söyleyim; mesela Rize'de, Malatya'da, Londra'da, Paris'te, Tokyo'da, Mekke'de..
Dünyanın herhangi bir yerinde işte, çat diye karşıma çıkıverse; kucağında çocuğu, kendisi kadar güzel.
Ne kadar güzel bir çocuk, ne kadar çirkin bir çocuk(çocuklar çirkin olmaz. Hiçbir yaratılmış çirkin olamaz).
Belki de sevmediği birinden; belki de kendisini sevmeyen birinden..
Sevmediği ya da tarafından sevilmediği biri?
Ama aynı çerçeve içinden olduğu biri..
Düşünsene; sevmediğin bir arabayı arkadaşın satıyor diye satın alıyorsun.. Arkadaşının hatrına.
Yazık.
Ne derece tahammül edilebilir bir tablo olurdu diye düşündüm; tahammül edemedim de salıverdim ağladım; içten içe Allah'tan, Fırat Nehri yürekli arkadaşıma çaktırmadım hiç.
Hem uyuyordu zaten.
Elton John abimizin dediği gibi: "Jealousy burns."; "Kıskançlık yakar."
Aynen öyle.
İşte bu cümleye inananlarla aynı köydenim.
Bir kitapta, "Bazen insanlar; olan şeyleri değil de, olma ihtimali olan şeyleri kıskanır." gibi bir cümle geçiyordu.
Gerçekten öyle..
Ve buna neden HBÇ'de yer veriyorum?
"Acılar paylaştıkça azalır." dediler diye.. Belki bir faydası olur.
Bir arkadaşım şuna benzer bir şey söylemişti: "Abi yazma böyle şeyler; okuyoruz, ağlıyoruz."
Ağla tabi.. Sadece Fırat Nehri Yürekli mi ağlasın. Sen de ağla. Gözyaşı söndürür belki yangını.
Ha gayret.. Çanak tutun azcık.
Akıl Adam Yılmaz Erdoğan abimizin hatırlattığı üzere; "İnsan nefsine ağır gelen, hakkında hayırlıdır derler."
İnşallah diyelim.
Psikolojideki 'mantığa bürünme' mekanizmasına da benziyor biraz.
Hayırlısı diyelim..
Turist Ömer selamı verip; "Haydi eyvallah." demek, sırtını dönüp gitmek zor.
Hoş beklemek usandıracak değil. Hem sevmekten kim usanır.
Ama hayat; aynı ismi taşımaktan zevk duyduğum Yunus Emre'nin mısraları kadar gerçek: "Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme."
Evet evet.. Hayat bazen çok acımasız.
Sağlık olsun.
(Otlu peynir getirmesen de; Van'dan kalkıp ziyaretime geldiğin için, ısmarladığın çay için, tasavvuf konserinde bana eşlik ettiğin için ve hikayeni yazımda kullanmama müsade ettiğin için teşekkür ederim Fırat Nehri yürekli arkadaşım(spas dıkım). Hakkında en güzelini, layığını dilerim).
e.p
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder