26 Şubat 2014 Çarşamba

Yok Horus'un Gözü

Hiç saatim olmadı kolumda,
Sevmedim çünkü zaman kavramını..
Hiç de şemsiyem olmadı benim,
Sevdiğim için yağmurları..

Yağmurun getirdiklerini,
Geri alır çünkü zaman..
Yağmur getirir,
O götürür;
Hem de bize hiç sormadan..

Ben hep sevdim yağmurları,
Ve hiç sevmedim;
Zaman dedikleri şeyi.
Ne kol saatim oldu,
Ne de şemsiyem.
Akıllı deli diye geçinişim,
İşte bu yüzden.

Ah şu Horus'un gözü çıksın..
Leheb'in elleri kurusun..
Kuazimodo'nun yastık kamburu kopsun..
Yüzünden de maskesi düşsün..
Gerçek yüzünü de herkes görsün..
Pazara çıksın ipliği..
Yere batsın tüm popülerliği..
Esmeralda gerçeği görsün.

Ahh şu Horus'un gözü kör olsun..
Leheb'in bağrında kalan eli gibi..
Güvenmiyorum insanlara;
Şarlo, yarışmayı kaybettiğinden beri.

Bu dünya garip bir dünya..
Hayat bazen çok;
Evet insanlar bazen çok garip..
Bazen çok yapmacık..
Bazen çok iki yüzlü..
Bazen  ikiden çok yüzlü.
İnsanlar, "Yağmuru seviyorum." diyor,
Yağmur yağdığında şemsiye açıyorlar..
Yoksa şemsiyeleri, yağmura sövüyorlar..

Şu Horus'un gözüne yağmur dökülsün..
Evine ateş düşsün.
Ocağına taş düşsün.
Hem, İlluminati'ye tu kaka;
Nazar boncuğuna methiye?
Peki niye?
İtirazı olan yok mu bu yaman çelişkiye?
Oysa ikisinin de babası,
Mısır'ın Gök Tanrısı..!

Hem kim bilir;
Kuazimodo kambur değildir de,
Yastık koyuyordur sırtına,
Haline acıyalım diye?
Hele bakın şu kurnaz zangoca;
Çingene Kızını tavlamak için,
Yapmayacağı yok, o kesin.

Hayret!
İnsanlar; ne kadar iki yüzlü,
Ne kadar yapmacıklar..
Kendilerini bile kandırıyor;
Kendilerine bile benzemiyorlar..
Bu nasıl olur?
Nasıl olur da Charlie,
Nasıl olur da kendine yeterince benzemiyordur?

(Çocukken daha; bir şemsiye aldım kendime.. İki gün sürmedi, bir rüzgarda paramparça oldu.. Rüzgar adeta: "Abi bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.. Al sana o zaman." Demişti bana..
Ve haklıydı pek tabi..
Ondan gayrı beni şemsiyeyle görene aşk olsun..
Olsun;
Dediği ile yaptığı birbirini tutmayan pişkinler, akıllı geçinedursun..
Gelin biz yağmurda gezelim.. Varsın deli desinler.)


e.p


22 Şubat 2014 Cumartesi

Hatırla

Beni hatırla..
Her zaman değil ama;
Ara sıra, kesin hatırla..

Yalnızken..
Uzaklara daldığında gözlerin..
Soğuklarda,
Üşüyünce ellerin..
Başkasının olduğunda,
Önce ruhun, sonra bedenin;
Beni hatırla..

Beni hatırla..
"Yağmur yağdığında.." demiştim;
Yok, yağmur yağdığında değil..
"Ay doğduğunda.." demiştin;
Yok, ay doğduğunda değil..

Ama beni hatırla..
Her kim olacaksa O;
Sakalları yüzüne battığında..
Dudaklarını, dudaklarına yapıştırdığında..
Parmakları, belini acıttığında..
Kemiklerin çatır çatır çatır çatırdadığında..
Beni hatırla..

Yok,
Her zaman değil ama;
Muhtelif zamanlarda..
Beni hatırla..


Hasret güzel bir duygudur..
Hatta sonunda var ise vuslat(evet bu klişe kelimeyi gerçekten de kullandım ve birkaç kez daha kullanacağım, affola); zaman zaman tadından yenmediği de olur.
Pek tabi vuslata değer ise vuslat.
Pek tabi mundar edilmemişse o vusslatt..!
Diyelim ki olmadı..
Mundara çevirdiler..
Ah  o mundara çevirenleri varyaentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

İnsanı geçmiş günahlarıyla yargılamak adi bir anlayış olduğundan kelli, hiç yapmadık biz bunu..
“Mühim olan ders almaktır; mühim olan gelecektir, gelecekte benzer hatalardan uzak durabilmektir.” dedik.
El üstünde, baş üstünde tuttuk da; bile bile ladese eyvallahımız yok.
Kusura bakılmasın..
Bundan dolayı da suçlu olduk ya;
Varsın olsun..
Cadı kazanına kepçe olmadık diye suçlu olduk ya,
Varsın ollsuunn.

Nasıl ki başını(evet başını) yanlış yola çeviren koyuna, aldın yerden küçük bir taş attın; ta ki yanlışını fark etsin, yanlış yoldan geri dönsün..
Koyun buna alınmaz, üzülmez..
Tam aksine, yanlışından döndü diye memnun kalır.
Sana da minnettar olur..
E aynen öyle de;
Sen koyuna ufacık bir taş attın, uyardın..
Döndü sana “Sen kimsin de kime taş atıyorsun ulan deyyus. Sana ne; ister uçuruma düşerim, ister kurda yem olurum.”  dedi. Bir de güzel küfretti.
Hee..
Öyle ise, aha bu da böyle..
Oysa yanlışa yanlış demek marifet..
Oysa yanlış yaptığını kabul etmek erdem..
Gördüğün yerde yanlıştan geri dönmek ise bulunmaz nimet..
Ama nerdeee.
Burundan kıl alabilene aşk olsun.
Laf edebilene aşk olsun.
Tenkite müsamaha ara ki bulasın.
E yuh.
Eleştiriye hayatında yer vermeyenin canına turp suyu..!
Oysa “Eleştiriye kapalı olan, yerinde saymaya mahkumdur.” denmemiş miydi?
Lafta imiş demek.
E her neyse..
Eleştiriye kabulü olmayanın, “Benim bildiğim doğrudur. İşte o kadar.”cıların turp suyu sıkılmış canı cehenneme(ya da her nereyeyse işte)
Hee..
Öyle ise, aha bu da böyle..
Koyun öyle melerse, çoban da böyle kaval çalar.
Kusuruma bakılmasın..
Hemşin Halkı’nın sıkça kullandığı bir ifadede olduğu gibi; “Adam öyle itmez, böyle kaybolur..”
Vira bismillah..

Metro istasyonunda, bir baktım köşede kabuğu soyulmuş bir muz..
Çürümeye yüz tutmuş.
Garibim sanıyor ki alıp yine başımın üstüne koyacağım.
Elimi sürmemek adına, ayakkabımın ucuyla savurdum metro çukuruna.
Oraya daha yakıştı..
Hem belki orada çürük muz seven üç beş lağım faresi vardır.
Haydi oraya da çürük meyve seven birkaç lağım faresi çizelim..
Varsın o fareler o çürük muzu çatur çutur yesinler..
Varsın kemiklerini çatır çatır çatırdaentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

Çankaya’nın yokuşunu çıkarken, bir baktım kabuğu soyulmuş bir elma, yuvarlana yuvarlana bana doğru geliyor..
Garibim; yerden alıp yine başımın üzerinde taşıyacağım sanıyor..
Gelişine  öyle bir tekme attım; ta yol kenarındaki çalıların altına gitti.
Oraya daha yakıştı pek tabi..
Hem kim bilir; belki oralarda çürük elma seven üç beş aç sokak köpeği vardır, ağızları salyalı salyalı..
O zaman gelin şuraya da ağzı salyalı; soyulmuş meyve seven, kabuksuz kaldığından üç beş güne çürümüş meyve seven birkaç sokak köpeği çizelim..
Varsın o sokak köpekleri o çürük elmayı çatur çutur yesinler..
Varsın o çürük elmanın kemiklerini çatır çatır çatırdaentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

Ah o gaz ile çalışan kahramanlar ahh..
Hani o davası uğruna her şeyden vazgeçebilecek kadar büyük yürekliler(gerçekten büyük yürekli olanlar müstesna)
Davası uğruna; uğruna savaştığı şeyden dahi vazgeçebilecek kadar büyük yürekliler..
Böyle bir şey olabiliyor mu, yoksa bu koca bir şaka mı?
Dava uğruna davadan vazgeçmek??
Dediler mesela: “Araba almak için ehliyet şart.”
Senin ehliyetin var, araba almaya gidecekken dedin “Ben bu ehliyeti satacağım. Hem arabayı almaya giderken yol parası yapacağım.”
Divanelik değil midir?
Allah’a giderken O’ndan vazgeçmek..?
O’nu savunurken, emrinden vazgeçmek,
Ahkamını ayak altına almak;
Divaneliğin dik alası değil de nedir..?
Yahu o yürek ne kadar büyük ki bunu bile göze alıyor. Bravo..
Cesaretin alkışlansın mı istiyorsun?
Al alkışladım.. Hem de göz kapaklarımla..

Bunu söyleyen otomatikman ‘anlayışsız’ oluyor, mevzuyu anlayamamakla itham ediliyor..
Yeteri ihlas seviyesine erişmemiş olarak addediliyor(ki bu doğrudur kendi adıma. O sapık ihlasın değil ama, gerçek manadaki ihlasın binde biri olsa idi bende daha ne isterdim.)
E ben de anlatamadım derdimi ama..
Hiç hem de..
Batılı red, hakkı müdafaadan önce gelir yahu; ben yanlış mı biliyorum..
Yanlış konuştuğumu fark eden; derhal beni uyarsın rica ederim..
‘La ilahe illallah’ı örnek olarak alalım(ki bu lafız İslam'a giriş mahiyetindedir.)
Önce “La ilahe” deriz..
“Yok.. İlah yok.” 
Sonra “İllallah” deriz..
“Allah’tan başka.”
Mesele bu kadar basit aslında.
Önce “Yok.”  dersin  “Yok.”
“Batıl yookk.”
Hak olanı müdafaa sonraki aşama..
Ama sen diyorsun: “Ben o ehliyeti illa satacağım.”
“Kendi doğrum bana yeter.”ci ne yapsın bu misali.
Konuştuğumuzla kaldık, ne yazık.
Gene biz anlayışsız, gene biz mantıksız!
O “Gerçekten anlayacak biri..” değil isek demek ki..
Neyi anlamamız gerekiyorsa artık. Saçmalıkları kalıba uydurmayı mı?
Ama bir inanış var ki işte; anlamadık..
Biz, anlamadık.
Sorsan “E hani daha piyasada bir şey yok ki.”  denir.
Oysa niyetin olması kafidir..
Tamam, kediye tekme atmadın..
Ama “Zamanı gelirse, yanımdan geçerse acımam tekmeyi basarım.”  diyorsun.
Eee.. Yetmez mi?

Allah’ın ahkamını çiğneye çiğneye o yolda koşulmasını(en azından iddia bu), gayr-ı meşruiyet ile meşru dava peşine düşülmesini(en azından iddia bu) almıyor mantık ne yapalım..
Arabayı(Madem araba örneğinden başladık ondan devam edelim.) sağa sola vura vura herkes sürer. Dediler ki “Al şu emanet arabayı şuradan şuraya götür.”
Aldın; bir yerde ağaca tosladın, bir yerde bir kurbağa ezdin..
Hem ne sarıda bekledin, ne kırmızıda durdun. Geçerken bir de yandaki arabaya aynayı vurdun..
Hem bir baktın ayna sallanıyor, fazlalık diye düşündün(ki değildi) kopardın attın. Camdan başını çıkardın bir de yere tükürdün.. Tekerlekleri kabağa çevirdin; yarı patlak yarı yırtık. Kör topal gidebildiğin kadar gittin.. Hem belki yarı yolda kaldın.
Hem, sana emanet olan arabanın da anasını ağlattın.
O arabayı hurdaya çevirdikten sonra ben neyleyim öyle hedefe yürümeyi..
Marifet, sen o arabayı sapa sağlam sür.
Kurallara uy. Ne arabayı parala, ne çevreni.. Marifet bu..
Ama bilirim; konuştuklarımız bir kulaktan girer, diğerinden çıkar.
“En doğru, benim doğru.”cu neylesin bu misali.
Ders alan var ise aşk olsun.
Beyanların en büyüğünde, ayan beyan “Satmayın..” diyor da satıyoruz işte..
Saçımızı, başımızı, ruhumuzu..
Bundan gayrı biz daha ne söylesek boşa.
Elden bir şey gelmiyor ne yapalım..

Sen hem meşruiyetten bahsedeceksin, helalden dem vuracaksın; ama yeri gelecek, haramı kucaklayıp ilahi emri ayak altına alacaksın hee..
Tamam tamam; biz anlayışsızız gene..
Bu gibi düşünenler, düşüncesiz gene..
Senin düşüncene, ettiğine eleştirel bakan her türlü haksız..
Olsun.. Hak hak deyip deyip de Allah’ın emrini çiğneyen, ‘ucuza’ satanlar haklı olsun gene.

Tamam fedakarlık..
Tamam cesaret..
Peki nereye kadar?
Hangi noktaya kadar; bu sözüm ona sonsuz yüreklilik..
İşte bu sorunun o çirkin muhtemel cevabı suratlara tokat gibi yapışsın.
Bugün paçasını sıvayan, yarın ayakkabısını çıkarmaz mı?
Yarın ayakkabısını çıkaran, yalın ayak yürümeye alışmaz mı?
İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlamaz mı?
İşte bu soruların cevabı suratlara tokat gibi yapışsın.
Fedakarlıkta, cesarette sınırı zorlamak bahsinde; duyduğum, duyar duymaz tiksindiğim, inanmamak için kendimi zorladığım ve burada paylaşmaktan utandığım bir bilseniz daha neler neler var..
İşte akıllarda şekillenen o çirkin tablolar, kızarmak bilmeyen çehrelere tokat gibi yapışsın.
O kahraman müsveddelerine, 'ar' diye bir şey olduğunu hatırlatsın.

"Paylaşmak güzeldir." dedik,
"Hayat paylaşınca güzeldir." dedik ammaaa..
Biz bu paylaşmayı biraz yanlış mı anladık ne?
Paylaşmak; ruhunu, vücudunu, vücudunun bir uzvunu?
Mümkün müdür, akıl karı mıdır paylaşmak namusunentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

Gerçek bir kahraman görmek isteyen(Benden yana baksın diyeceğim mi sandınız? E yok artık); Adeviye Meydanı’nda; başındaki türbanıyla, göğsünün ortasından  vurulan bir kız vardı hatırladınız mı?
Gerçek kahraman görmek isteyen işte o fotoğrafa baksın..
Saçını başını; sözüm ona kahramanlık, sözüm ona fedakarlık, sözüm ona cesaret adı altında satma niyetindekiler,
Küfür içinde hakka varma niyetindekiler;
Gayr-ı meşruiyet ile meşru işler yaptığına inananlar;
Ar perdeleri yırtılmadı ise eğer, bu fotoğrafa baka baka utansın.
O Esma; başındakini çıkarmamak adına ölmeyi yeğlerdi. Öyle de oldu. O’nun bu meydan okuması lafta değildi. Lafta da kalmadı..
Ha vuslat?
Esma ile cennetteki meleklerin kucaklaşmasıdır vuslat.
Gözyaşlarının Esma’nın ölü bedenine sarılmasıdır vuslat..
Bu vuslat, bizim dem vurduğumuz o mundar vuslat değil..
Bu, vuslat gibi vuslat..

Ah o tuzu kurular ahh..
İşte onlar; eşleri, kızları mutfakta çay demliyor, kek pişiriyor.
Yemek yapıp içine biraz baharat, biraz da tuz koyuyor..
Tuz, pek tabi kuru tuz..
Ama gaz yüklemesi yaptıkları kahramanlar, o fedakarlık abideleri, o cesaret timsalleri;
O sözüm ona adanmış; sözüm ona buna aldanmış oğlu aldanmış ruhlar sanat için soyunu…. Pardon hak için soyunuyor..
Ezberlenmiş ‘fedakarlık’, ‘cesaret’ kelimeleri ise kulak zarlarımızı tırmalıyor(Vatan millet unutup; canını dişine takıp halisane koşturan, çabalayan yürekli insanlar müstesna.. Belki Harun, Belki Zehra.. Meşru çerçevede davası peşinde koşanlar müstesna oğlu müstesna.. Harunlar, Zehralar müstesna.)
Bu anlayışı, bu ‘tuzum kuru’culuğu alkışlayamam; kusuruma bakılmasın(Gerçekten halis niyetler yok mu? Var.. O halis niyetliler müstesna)
İşte benim bu bakış açısına, bu sapık anlayışa; bu kafaya sahip kafaya(mantık bulmadığı şeye karşı tavrını koyabilen, emir verildi diye günaha balıklama dalmadan önce bir düşünen; çevresindekileri de buna teşvikten geri duranlar müstesna) tepemden tırnağıma dek itirazım var..
Söylesen..
“Oooo sen anlamadın.. Sen mantığı kavrayamadın.”
Yesinler böyle mantığı.. Mantıkmış.
Ales soru kitapçığı sanırsın..

Kimine derler: “Aha iş budur, buyur..”
O aklı başında; bakar tartar, sınırlarını haddini bilir, hangi emir daha büyüktür bilir; der: “Yook o kadar da değil.. Sınırımı aşmamak kaydı ile deyin yapayım. Ama haddimi aşamam. O benim keyfiyetimde değildir zira.”
İşte bunu diyenler var ya; ben onları ayakta alkışlarım, duacısı olurum.. Maşallah derim ona.. El üstünde tutulacak olanlar bunlardır işte..
Bunu diyebilenler benim gözümde kıymetli bir taş gibi.. Bir firuze taşı gibi. Bunların benim gözümde bir benzeri yok, eşi yok..
Bir de diğerleri var ki; hani en fedakar ya, en kahraman ya, en cesur, en gözü kara ya..
O’na emir komuta işler.. Sorgu yok, tartma biçme yok. Doğru mu, yanlış mı düşünmek yok.
O'na derler yat, yat. Kalk, kalk. Soyun, soyun..
Ne olacak ki yani, soyunur..
Ne de olsa kıldan ince, o satılmışın taşıdığı boyun..
Garibim bir de demez mi: “Sakın ola ne hal üzerine geri döneceksin diye sorma..”
Sormuyorum ki zaten; direkt diyorum ki “Gelme.”
O mundar hal üzerine gelip de, o vuslat dedikleri şeyi mundar etme.
İnsanların karşısına çıkıp da midelerini kaldırmanın anlamı yok!
Git ne halin varsa gör..
Ama dur; ne halin varsa gör de, bu halini sakın görme..
Bu halini kendin bile görme..!
Hayde var git yoluna..
Seni de bu kalpten istifa ettirdik.

Kral değil.. Kral çıplak değil..
Ama kralcılar çıplak..
Çırılçıplak…

Bu arada; sanat için soyunanlara selam ederim..
Ha bir de..
Hak için soyunanlar, aman deyim ha; çile çekip elmasa döneyim derken, kömür kalıp yanmayasınız?
Hak için soyunanlar, buna çanak tutanlar; size bir çift lafım vaentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

Ah o içi ile dışı tepe tepeye zıt olanlar ahh..
Dıştan bakarsın nur parçası, içine girersin satılmış ruhun biri(İçi dışı bir olan, davası peşinde muhlisane koşturanlar müstesna.)
Ne tarafa gideyim, hangi dereye dalayım ben şimdi..
Dediği başkaaa, etiği başka..
Misal;
Sen telefonun diğer ucuyla sabahlara dek tabir yerinde ise öpüşe koklaşa uyuyacaksın;
Sabah uyanınca meşruiyetten dem vuracaksın;
Uyanınca “Davam da davam.” diyeceksin..!
Çevrene ahlak bekçiliği taslayacaksın, akıl vereceksin, iffet modeli rolleri çizeceksin hee(İçi dışı bir olup da gerçekten çevresindeki insanları yanlıştan muhafaza etmeye çalışan, dediğini en başta kendisi tutanlar müstesna.)
Alenen iki yüzlülük değil midir bu?
Alenen yalancılık değil midir bu yahu?
E yalanın bini bir paraysa; 'tek ayak üzeri kırk yalan' düsturu felsefe benimsendiyse demek ki..
Bunlardan..
Evet at yüküyle var bunlardan, yazık..

Bir de o "Zaman ne getirir bilemem." tavrı yok mu o..
"Zaman olur yine girerim günaha." tavrı..
Tamam..
Taamaaamm geçmiş, geçmiş gitmiş deeee;
Peki bu rezil, bu pişkin tavırla, nasıl inandıracaksın bizi; geçmiş günahlarından pişmanlık duyduğuna?
Samimiyetine nasıl inandıracaksın?
"İki yüzlülüğün gayrı lüzumu yok." diyesi geliyor insanın da; iki yüzlülükten şikayetçi olan kim?
İki yüzlülük damara işlemiş, günaha girmek sıradanlaşmışsa demek ki?
"Hoppala paşam, Malkara Keşan." diyesi geliyor insanın da; alışmış kudurmuştan beterse demek ki..
E olsun..
"Davam da davam."

Ah o imitasyon, o çakma; makyajlı, maskeli kahramanlar(Misali okuyup da kendini gönül rahatlığıyla tenzih edebilen; "Şükür ki işte bu ben değilim." diyebilen var ise, ne mutlu ona. Ne mutlu o tertemiz ruha.)
E peki biz kime güveneceğiz şimdi. Kime gönül rahatlığıyla sarılacağız.
"Serinlik." diye elini uzattığın, "Bağrıma alayım, ferahlık bulayım.." dediğin yanar ateş, kaynar su çıkıyor da ne yapalım şimdi..?
Pir-u pak dediğin meğer.. Neler neler..
Neler de neler bilirmiş meğer..
Bu içi farklı dışı farklılar yüzünden, bu tezat yüklü gemiler yüzünden;
Bu maskeli yaşamayı düstur edinmiş, nereden bulmuşsa bulmuş, yüz bulmuş bu iki yüzlüler yüzünden;
Kime sırt vereceğimizi, kime inanacağımızı, kime güveneceğimizi bilemez olduk iyi mi..
İşte buna vesile olan o maskeli balo mümessillerine bir şey diyeceğientaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
                            
İplikler çıkacaksa pazara;
Buyurun bir ilmek de benden o halde..
Benim değerlerimi küp küp devirdiler; avuçlarımla biraz da olsa geri alayım bari..
Satılmış, madem satılmaya alışmış;
Buyursun, ipliğinin pazara çıkışını izlesin, zevk alsın..
Şunu da bilsin..
Yook. Bunu hepimiz de iyi bilelim aslında.!
Bir tarafı savunmak, hakkını savunmak, diğer tarafı gömebilmek adına her türlü rezilliği yapmayı gerektirmez.
“Düşmanımın düşmanı dostumdur.”culuk da cahil oğlu cahilliktir.
Yahu yok mu doğruya “Doğru.”,  yanlışa “Yanlış.”  diyebilen bir başka Allah kulu daha.
Yahu tek mi kaldım ben bunu savunan bu koca dünyada.
Sırf takıştığın adama nispet olsun diye, güç birliği olsun da alt edeyim diye olmadık birinin kucağına oturulur mu bre ahmak(Anlayış: “Ben istediğimi alayım da; nasıl olursa olsun, kimle olursa olsun.”sa demek ki?)
Mesela diyelim A diye birine kızdın, bozuştun.. Yahu onunla bozuştun diye, senin değerlerinle tepe tepeye zıt, senin değerlerini ayaklarıyla çiğnemiş bir başkasını öpmek okşamak, koyun koyuna yatmak da nesi bre ahmak.
Sırf düşmanımın düşmanı diye..?
Bu düşmanın düşmanı C olsun.
Yahu bu düşmanın düşmanı; en başta senin en temel değerinin düşmanı bre kör oğlu kör.
Diyelim ki bir adam da var..  Böyük adam..
Diyelim ki en sevdiği oyun adam asmaca olan bir adam..
Bir kitap yazmış.. Kitabın adı da Kutuk olsun(Bizim yörede kutuk, kütük demektir. Bizim ahali nokta olan yere nokta koymaz, olmayan yere koyar ya. O misallerden biri bu da. Öylecesine aklıma geldi.)
Bu C adamı diyor ki: “Bana göre en büyük kitap bu falan böyük adamın yazdığı Kutuk’tur; senin inandığın kitaba ben beş para değer vermem.”
Estağfurullah..
Gene bu C adamı ellerinde pankartlar ile “Bilmem ne, bu bahsi edilen böyük adamın vasiyetidir; senin inandığın kitabın ayetleridir sanma.. Çiğnetmeyiz.” diye bangır bangır bağırıyor.
Estağfurullah..
Diyelim bir de, ne bileyim M diye bir adam olsun..
Bu soysuz da diyor ki: “En güzel kan benim kan. Ben bu kanı taşıdığımdan en büyüğüm. Gayrisine beş para değer vermem. Benim kafatası en güzel kafatası.. Bu kafatası bende olduğumdan en büyüğüm. Gayrisine beş para değer vermem.”
Estağfurullah Yarabbi..
Senin anlayışına yüzde yüz ters!!
Eee..? Sen bu C’yi, M’yi; bu kabilden adamları(Adam mı dedim ben.? Dilimi arı soksun.) nasıl koynuna alırsın bre densiz.
Sırf seninle birlikte düşmanlık yapsınlar diye hee.
Gazetelerde manşetlerde zaman zaman, hatta çoğu zaman; hatta zaman ilerledikçe de her zaman karşılıklı sevişmeler, öpüşmeler..
Karşılıklı aşk cümleleri; romantizmler, fanteziler..
Bu ne yaman iştir bre tuvalet terliği oğlu tuvalet terliği..!
Abii durr!
Abi dur ne yapıyorsun? Ne içtin sen?
Ne içtin de bu kafa bu kadar, böyle kara kara dumanlı?(Bu safsatadan uzak durup işini yapabilenler var.. Bunlara alkışlarım var, dualarım da armağan. Bu adam gibi adamlar müstesna.)
Hakkımı savunuyorum diyorsun daa;
Hakkını, düşmanının o adi oğlu adi düşmanına sarılmadan, günaha paye vermeden savunamaz mısın Allah aşkına! 
O kadar mı aciz, o kadar mı çaresizsin bre zavallı oğlu zavallı..
Ammaaa günaha paye vermeye meyil var ise demek ki..
Yürüdüğün yolda harama helale bakmamakta, güya dava peşinde koşarken; her tür rezilliğe, adiliğe, aşağılığa bulaşmakta; değerlerini, kendini satmakta bir mahzur görülmüyorsa demek ki...!
İşte ben böyle çarpık oğlu çarpık, ben böyle sapık oğlu sapık anlayışın; ben böyle üç beş dershane taksitine satılmış oğlu satılmışlığın varyaentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.

Sual: Abi, tuzu kurular dedin, satılmış ruhlar dedin, içi dışı bir olmayanları anlattın. Daha neler nelerden dem vurdun.. Yahu bunu nereden bilebiliyorsun.. Nasıl böyle net konuşabiliyorsun? Hem belki uyduruyorsan veballerine girdin, günahlarını aldın. Yoksa kızgınlığına kanıp abartıyor musun, uyduruyor musun? Yoksa sen bizi kandırıyor musun? Sanki o bahsindekilerle aynı yerde mi durdun? Sanki aynı evde mi, aynı odada mı yattın?
Bu cahilane soruyu soran divaneye el cevap: Yatmadığımı nereden bildin?

Şerbete batırılmış cümlelerime alışkın satılmış ruhlar, bu yazdıklarıma şaşıyor olabilirler..
Ve fakat; HBÇ’de her daim nabza göre şerbet verildiğini nasıl gözden kaçırırlar.. 
Bu karakter ve seviye kaybına sessiz kalmak, bu bünyeye göre değilse demek ki..
Nasıl ki yağmur yağsın diye dua edilmez; ancak  yağmurun yağmıyor oluşu dua vaktinin geldiğine işarettir.. Buna istinaden dua edilir..
Aynen öyle de; böyle yazmamız lazım geldi ki, bu kez de kelimeleri acı soslara bulaya bulaya servis ettik..
He acı ya..
Hem ne olacak.. “Biz acıyı seviyoruz ya zaten.” Bundan ötürü sıkıntı olmasa gerek(Bu ‘acıyı sevme’ mevzuunu bir yerden hatırlıyor gibiyim.)
E hele daha dur bakalım..
Bu sivilce patladı bir kere; besbelli daha çok irin akacak..
Teçhizatım tam; bir elimde kalem, diğerinde kalemtıraş(sık sık sivrilmeli ya o kalem, işte ondan) Silgim de cebimde, bu da biline..
Ve eğer görülür ise yanlışım; o silgiyi yerinden çıkarmak, görevini ifaya tabi tutmak için, rica ederim derhal bana haber edile..
Karıncaya dediler. “Yahu sen şuncacık karıncasın.. Bu yangına su taşısan ne olur, taşımasan ne olur.”
Karınca dedi: “Varsın yangın sönmesin.. Hiç olmazsa tavrım belli olur.”
Sahildeki meczup adama dediler: “Yahu bu sahilde tonlarca deniz yıldızı var.. Sen niyetlendin bunları denize geri atacaksın.. Bunun sonu gelmez uğraştığınla kalırsın.. Bu işe girişsen ne olur, ne fark eder..”
O meczup adam tuttu bir deniz yıldızını denize geri attı, dedi: “Aha da bunun için çok şey fark etti.”
Heybeden heybeden üç beş salladık; hem tavrımız belli olsun, hem belki hasbelkader birine faydası dokunsun diye..

Her ne kadar ‘anlayışsız’lık ile itham edilecek olsak da;
Bu kalem, bu çene daha çok işleyecek..
Benim bahis edeceğim daha çok mesele var..

Not: Bu yazıda bahsi geçen kişiler ve anlatılanlar hayal ürünüdür.
Ve fakat arzu edenin, hissesine düşeni almasında bir beis yoktur..

Hayat bazen çok: Entaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.


e.p





21 Şubat 2014 Cuma

Kokain

Hayretlerim olsun..
"Hayat unutursan vardır." derken, burukluğu akıyor üzerimden..

Alzaymırın Almanca telaffuzu 'aylse'ymiş meğer..
Yanındaki kızlara hava atmaya çalışan gurbetçi çocuktan öğrendim..
O Alamancı çocuk; saçları dik, ayağında Adidas, bacağında şort.. Vücudunun muhtelif yerlerinde, muhtelif manalar taşıyan dövmeler..
Bir ön masada, o dünyaca meşhur fast-foodçuda.
Karşımda oturan kızın bacağındaki selülitlerin sebebi olan, o dünyaca meşhur fast-foodçuda..
"Var ya gızım sen keisin aylsesin ha. He şeyi unutuyon."
"Alzaymır mı demek istiyosun?"
"Hee Tukçete Alzaymır mı deniyo? Almançası aylse."
Bravo sana..
Yaman artist çıktın delikanlı..
Saçların ne güzel..
Dövmelerin ne havalı..
Annen ve baban, seni yapmaya Almanya'da karar verdikleri için o kızlar senin..!
Aferin..
Dilediğince şımarabilir ve hava atabilirsin.
Salondaki herkesten üstün olduğunu düşünebilirsin; tabi bir yaşından beri tükettiğin 'hızlı-yemek' beynini işgal etmediyse ve hala düşünebiliyorsan..
"Böle telefon kullanmayı oslemişim haa."
Aferin ula..
Çünkü kızın telefonu eski model ve seninki en yenisinden..
Hepimiz de gördük beyaz telefonunu..
Bir ısırık alınmış elma mıydı cinsi?
Neyse; kızın telefonundan güzel gerçekten de. İyi de fotoğraf çekiyor kesin. Bravo.
Ama ne yazık ki; senin için Mısır sadece bir bitki.
Mısır senin için; az önce çatur çutur gömdüğün tavuğun yediği mısır, fazlası değil.
Bravo..
Tabir caizse; hayat sana güzel.
Hem bak bende de var bir şeyler; "İş bin doç."??

Ne garip aylse olmak..
Unutmak, alışmak..
Ne garip.
"İş bin aylse?"
Ha??
Şarkıda diyor ya; "Sil baştan başlamak gerek bazen.. Hayatı sıfırlamak. Her şeyi unutmak.."
Öyle mi acaba?
Bu bir gerek mi acaba?
Ya da isteğe bağlı mıdır o?
O şarkıda söylenenler, aylse olmayı mı gerektiriyor hem?
Ya da; hatırladınız mı 'Duygu Öğütme Makinesi' diye bir şey de vardı?
Piyasaya çıktı mı?
Ya da  'kokain' mi dersiniz?
"Zaten bir 'kokain' hadisesi yaşarsın ister istemez." mi dersiniz?
Bence hayat gerçekten çok enteresan; Alamancı gencin kolundaki dövmeler kadar..

E bazı şeyler var tabi; yukarıda sayılanların fayda etmediği.
Esma meselesi mesela.
Kızım, Allah rahmet eylesin sana.
Sen gerçek bir kahramandın bence..
Evet bazı şeyler var; bazı kirler var sabunla çıkmayan mesela..
Ağlayan birini rol yapmakla itham etmek gibi mesela.
Ne yazık..
Ağla sevgili hemşehrim ağla. Yaşlarında samimiyetine yürekten inanıyorum..
İnanmayanlar ağlasın haline..
"Ağlayamayanlar, ağlasın haline.."
Varsın onlar hamburger yiyedursunlar; soğan halkası kafalılar..
Ve halka demişken; o olimpiyat halkaları da gözlerine girsin(nasıl da sevindiler bize verilmeyince)
Sen ağla sevgili hemşehrim ağla.
Gözyaşların döküldü Esma'nın bedenine.
Rahmetler olsun ruhuna.. El Fatiha.
Evet; benzeri şeylere fayda etmeyebilir yukarıda sayılanlar.
Ama geri kalan her şey için; aylse olmak..
Veya o bilmem neyi ne yapma makinesi.
Veya 'kokain'?

Soruyorum..
Neden koptu; ismini sevdiğim caddede müzik yapan gencin, ismini bilmediğim enstrümanının teli?
Ben 'ismini vermek istemeyen dinleyici'.
Tanıdık bir yüz için ben süzüyorken etrafımı; neden koptu o tel?
Ne manaya geliyor?
Bana ne anlatmaya çalışıyor?
"İnceldiği yerden kopsun be abi." demeye mi çalışıyor?
Yoksa Afyonla bağların aniden kopmasına bir gönderme mi?
Öyle ya; "Bir yıl daha Afyon.." derken, kendimi bambaşka bir yerde buluverdim.
E hani ya "Gemiyi en son kaptan terk e.."
Eehhh.. "Hadi ordan." dediler işte.
"Yok öyle klişe ajitasyon. Gel bakalım böyle." dediler..
"Eyvallah." dedim..
Kaçacak yer arıyorduysam demek ki..
Çaktım Turist Ömer selamımı.. Bu kez Afyon'a.
Tekme ata ata köşe başlarına, hatıralara.
En çok da Türk Telekom'un önündeki o banka.
Ve beni kırdığı için Çavuşbaş'taki o sarı konağa..
Ve beni kandırdığı için eşya emanet odasına, o terminaldeki..
Elimde üç beş kayısı çekirdeği.

He işte..
Okula veda ettik okula..
Hani beş yıl boyunca girdik çıktık ya o beton binalara(Restore ediyorlar şimdi; biraz daha adama döner diye umuyorum.)
Bunun mükafatı olarak elime tutuşturdular bir kağıt; üzerinde 'Diploma' yazıyor.
Teşekkürler..
Çok mersi., sevindim..
Aldım 'kağıt parçaları'mı ve dolandım durdum son kez koridorlarda.
"Bu kez gerçekten de sok kez." bilinciyle.
Ne acıydı ama.
Vedalaşmak hocalarla, hoştu bir yandan.. "Artık gidiyoruz."du..
"Hakkınızı helal edin."di.
Bir yandan da üzücü ve soğuk..
Bomboş dersliklerde; bomboş koridorlarda hayalen beliren anıların, dost simalarının yaktığı gibi.. Soğuk soğuk.
Ve her şeye dayandım da; vedalaşırken kantin görevlisiyle az kalsın tutamadım gözyaşlarımı..
Öyle ya; merdivenlerden inerken/çıkarken her gördüğünde beni, hazırlayıverirdi ada çayımı.
Yetmiş beş kuruşu bırakır da devam ederdim sınıfa.
Tıpkı Esbjerg'de; kantindeki yaşlı kadının direkt sütlü kahvemi hazırladığı gibi, beni görür görmez..
Hem de sekiz Kronluk..
Sekiz kronu bırakır da devam ederdim sınıfa..
Aralarında kilometreler bulunan iki güzel insansınız.. İşte o kadar.
Beni sevdiğinizden daha çok seviyorum sizi.. Ona göre.
Var olun.

Ona veda, buna veda..
Herkese veda.. Her şeye veda..
Ve..
Ve dudağından öperek veda ettim Puzzle Time'a da, aynı anda..
Güzel maceraydı güzel.
Öyle ya..
Yazdık, çizdik.. Gezdik, tozduk..
Sayesinde yedik içtik; sayesinde "Aa Puzzle Time'ı sen mi yapıyorsun?" teveccühüne muhatap olduk..
Eyvallah. Ve elhamdülillah.
Güzel maceraydı vesselam..
Ve artık niyahetlendi..
Selefim Topaloğlu Mustafa'yı bir kez daha selamlıyorum..
Güzel günler yaşadık, Puzzle Time'lı günler yaşadık Hüseyin Bayık'ta..
Ve son demleri de, münferit olarak; Ben Nehri'ne nazır Uydukent'te.
Ve şimdi benim adım; 'Puzzle Time'ını beş paraya satan bilge'.
Hiç şüphesiz, Afyon adına not defterime yazdığım en güzel anılardandı Puzzle Time.
Selametle..

Amaa..
Gel gör ki; her şey için aynı şey geçerli değil.
Yahu Afyon..
Ah Afyon ah..
Daha güzel duygularla ayrılabilmeyi isterdim senden.
"İşte aradığımı buldum.", "Ve o bulduğumu da aldım." diyerek..
Ne de güzel olurdu..
Ah Afyon ah..
Niye üzdün ki beni.?
Oysa sevişeydik ya sabaha kadar Akdeniz gecelerinde..
Ya da Ege gecelerinde işte her neyse..
Meczup bir ozan şöyle demişti, karşılaştığım köhne bir Anadolu kasabasında: "En çok istediğim; ya polis, ya imam olmaktı.. Olmadı."
O misal..
Afyon..
Gönül isterdi ki; istediğimi alarak ayrılsaydım senden..
Olmadı..
Gönül isterdi ki; senden ayrılırken gönlüm bir hoş olaydı..
Olmadı..
Benim için, bekleme salonundaki günü geçmiş bir dergisin artık..
Çok üzdün beni çok..
Olmasa İmaret, olmasa Mevlevi anmayacağım adını.
"Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa.. Kim inanır senle ayr..."
Ooyy neyse işte..
Çok üzdün beni ve ben yazdım bunu..
Görüşmemek üzere.

Gel gelelim, denize kıyısı olmayan bir başka şehre..
Maceranın devam edeceği yeni şehre.
Burası, sınırları içinde aşık olmanın zor olduğuna inanılan şehir.
Bu şehir, şehir turu otobüslerinin neden var olduğunu anlayamadığım bir şehir.
Herhangi turistik bir yeri olmayan bir şehirde; 'mimari' diye bir kavramın varlığı bilinmeyen bir şehirde, şehir turu otobüsü ha?
Çirkin, şekilsiz binaları seyir için biniliyor bu otobüslere..
Pespaye yapılaşmayı ve "Bir şehir nasıl bu denli düzensiz olabilir?"i seyir için.
Tepedeki çimenlikten seyreylemek için alemi değil yani.
Seyreyleyecek pek bir şey yok yani.
Oysa öyle midir; Roma, Paris, Kopenhag vs.
Kusuruma bakılmasın;
Başkentlerin en çirkini Ankara..
Çirkin şehirlerin başkenti Ankara..
Ama demiştik ya "Bir şehri güzel kılan insanlarıdır." diye.
Yine o hesap işte.
Ankara..
Gökten zembille iner gibi düştüm bağrına.
Sana merhaba.
Evet, işte öyle;
"Bir yıl daha Afyon.." derken, neredeyiz şimdi.
Bir şeyi ararken, başka bir şeyi bulmak gibi..
Çorabını ararken, iki yıldır görmediğin eldivenini bulursun ya bazen.
Onun gibi.
Hayat bazen çok: "Neye niyet, neye kısmet."
Hayat bazen çok: "Kısmetten öte köy yok."

Pekii?
Ben geldim diye mi siz de peşim sıra geldiniz Ankara'ya; Leyla the Band?
Karşılayamadım, kusuruma bakmayın; e ben de daha yeniyim ya bu yerde.
Ama gönlümüz bir değil mi nihayetinde..
"Gönüller bir olsun yeter." değil mi nihayetinde..
Orası öyle de; yahu batmasaydı ya İsmail Abi'nin gemisi.
Leyla ile Mecnun sonsuza dek sürer gibi geliyordu ya bize..
Yahu bitmeseydi ya dizi.
Ve üzmeseydi bizi.
İsmail Abi, sen de bıraktın gittin ha sonunda..
Evet gelmedi o gemi abi gelmedi.
Hem haklısın biliyor musun; beklemek gerçekten de en korkunç hali yaşamanın.
Bunu çok defa tecrübe ettim..
Ve sabır mevzu bahis olduğunda tam bir beceriksiz olduğum için; "Gitme." dedim gidenlere..
Evet, İsra 11 beni anlatıyor adeta: "İnsan pek acelecidir."
Evet, Emre Pehlivan öyledir. Elden bir şey gelmiyor.
Ama hırsızın da hiç mi suçu yok.
Çünkü; "Elveda" diyenler, hiç geri gelmediler..
Bundan korktum hep. Kendilerini unutturmalarından korktum..
Hep de öyle yaptılar zaten; kendilerini unutturdular göz göre göre.
Yahu hırsızın hiç mi suçu yok.
Ve karşıma bir 'kokain' çıkmasından korktum hep.
Bu yüzden "Gitme." dedim.
Ama gittiler. Yazık ettiler.
"Bari kendini unutturma." dedim, "Ara sıra sesini duyur." dedim; dinlemediler.
Yine de mücadele adına, söylediğim üzere; notlar yazdım mermer taşlara, Kızılay'da.
Garibim, onu da yağmur yıkadı. Ve okunmadılar muhtemelen.
E okunacaktı ya hani? Ne  Oldu? Harfler de unutuldu.. Kızılay da..
Ve kör olası çöpçüler; bu kez Kızılay'a dökülen ümitleri süpürdüler..
İsmail Abi İsmail Abi;
Sen en azından geminin sesini duyuyordun da bekliyordun.. Ümit ediyordun.
Peki sesini duymadığın, izini bilmediğin;
Yaşayıp yaşamadığını dahi bilmediğin birini beklemek mümkün müdür İsmail Abi, sen söyle.
Öyle arkasına bakmadan gitmek hangi kitapta yazıyor? Var mı öyle bir şey?
"Ben bir kaybolurum, pir kaybolurum."culuk var mı Allah aşkına.
Var mı öyle "Ben giderim.. Sen ister bekle, ister bekleme."cilik Allah aşkına?
Hak eder mi beklenmeyi?
Yahu suyun altında en fazla ne kadar kalabilirsin ki?
Ara sıra kafanı çıkarıp nefes alman gerekmez mi?
Ara sıra "İşte buradayım.", "Evet hayattayım." gerekmez mi?
İsmail Abi, rica ediyorum sen söyle..
Yahu insanın karşısına bir 'kokain' ne zaman çıkar, bunu kim bilebilir.
Ya olursa öyle bir şey, sorumlusu kimdir bunun?
Diyorlar ya: "Bir başkasını seversem eğer, seni asla affetmem."
Sanırım öyle bir şey işte..
İsmail Abi sen söyle..
Ya da her neyse..
L&M for ever.

Ey ahali!
Kuğulu Park'ta kuğudan başka bir halt yok, haberiniz olsun?
E hata ben de ama..
Ya ne olacaktı.?
Kuğulu Park'ta fil mi olacaktı?
Zürafa mı olacaktı?
Deve kuşu mu?
Deve mi?
Yok deve..
Beklentileri yükseğe koymak da ne için acaba?
Yahu işte Kuğulu Park'ta kuğu olur.
Peynirli pide, peynirli olur..
Sinekli Bakkal'da sinek olur. Olay budur.
Fazlasını beklemek de niye?
Ama ben bunu hep yapıyorum ben..
Olandan fazlasını umarsan, kalırsın öyle..
Akılsız başım..
Kıçı kırık bir park sonuçta.
Gözde fazla büyütmemek gerek demek ki; hayal kırıklığı yaşamamak adına.
Kuğulu Park'ta kuğudan fazlasını umarsan, avucunu yalarsın öyle..
Kusura bakma..

Evet; küçük şeylerle mutlu olmayı bilmeli insan.
"Ben seninle bir gün Ayder'de Muğlama yeme ihtimalini sevdim." gibi mesela.
Ya da Kuğulu Park demişken, Tunalı Hilmi'ye gelme ihtimalinden mi dem vursaydık acaba?
İşte her neyse..
Küçük şeylerle mutlu olabilmeli; ve olanı olduğu gibi sevebilmeli..
Şafak Elif'in kitapta var ya;
Adam eşine bir şeyler yazıyor, şöyle diyor:
"Beni olduğum gibi kabul ettiğin için, ve eşim olduğun için teşekkür ederim."
Çok mühim çok; olduğu gibi kabullenip, olduğu gibi sevebilmek.
Bir yeri, bir şehri, bir insanı.
Mühim mesele.
AKÜ'deki, Business Academy West'teki kantin görevlileri; sözüm size..
Beni olduğum gibi sevdiğiniz için teşekkür ederim.
Ve Metro Camii imamı; sözüm sana..
Allah razı olsun, kıraatın pek güzel.
Beni olduğum gibi sevdiğin için bir teşekkür de sana..

Aylse aylse.. İş bin şınayse.
'Unutmak' ne kadar da çirkin bir kelime.
Telaffuz ederken bile yoruyor insanı.. En azından beni.
Ben sevmiyorum bu kelimeyi. Ben sevmiyorum bu fiili..
Bugün yolda "Ben seni unutmak istemedim ki."yi gördüm.
Bugün yolda "Ben seni unutmak için sevmedim."i gördüm.
Gel gör ki; 'kokain' diye de bir gerçek var..
Hani o "Hırsızın hiç mi suçu yok?"a binaen; kayboluyorsa referans noktaları yavaş yavaş; ve bir gizeme bürünme politikası varsa iyiden iyiye, ve bir kendini unutturma durumu anlamsızca;
İşte o zaman, o temennilerin acınacak hali var..
İşte o zaman, o ahkam kesmelerin bir 'kokain'lik canı var.
Ne kötü.
Hoş böyle bir gayret söz konusu olduğundan değil, fakat;
E hayat süprizlerle dolu ya hani.. Elmanı kaybettiysen eğer; ve daha büyük bir elma çıkarsa karşına, "Ben bunu yemem." diyebilir misin?
Ne yazık.
Yazık ki; inşaası için onlarca ağaca kıyılan, bağrında onlarca koca ağaç barındıran o koca gemilerin; incecik bir çöpten yapılmış bir kibritlik canı var.
Ne acı.

İnsanlar morfine bağımlı olmaya başlayınca; 1879 yılında bağımlıları tedavi amaçlı bir ilaç geliştirildi.. İsmi kokaindi.
Ve o tarihten sonra  insanlar; morfini bırakıp, kokaine bağımlı olur hale geldiler.

Not (Yasal olup olmadığını bilmediğim uyarı): HBÇ Yeşilaycı bir oluşumdur.
Her türlü uyuşturucu/bağımlılık yapıcı maddeden uzak durun!

(Epeyce süre önce kaleme alınmış olduğu halde; "Zannın çoğundan sakının." uyarısına ve hüsnü zan kabilinden "Yahu belki de öyle değildir be canım.." ihtimallerine binaen taslaklara hapsedilmiş olan bu yazı; ipliklerin pazara çıkması, iyi niyetin suistimali, tutumun beklenen ile uyuşmaması sonucu yaşanan hayal kırıklığı ve o hüsnü zanların anasının ağlatılması ile yeniden telif edildi.)


e.p


19 Şubat 2014 Çarşamba

Satılık

Pembe idiler..
Giymeye kıyılmaz idiler.
“Toz dahi değmesin.”  dedik.
Dedik de acımadık;
Çamura, batağa daldık..
O pis çamurdan, bataktan tat aldık..
Pisliğe bulandık..
Bulandıkça tat aldık?
Pembe pabuçlarımızı sattık..

Hakikati yazsın diye idiler..
Hakkı müdafaa etsin diye idiler..
“Batılı defedelim.” dedik
Dedik de batıla kandık..
Kağıdı, mürekkebi, kalemi;
Kalem tutan parmaklarımızı,
Parmak uçlarımızı sattık..

Mahrem idiler,
Gönle serinlik,
Yaraya merhem idiler..
"Sakın...  Sakın bir başkası görmesin." dedik.
"Rengini bir başkası bilmesin." dedik.
Dedik de satılığa çıkardık;
'Saç' dedik, saçıldık..
Saçlarımızı sattık.

Bugün saçlarımızı sattık..
Peki yarın?
Parsel parsel ‘satılmış ruhlar’ın;
Kulakları zangır zangır çınlasın..

Kimilerine ne de yakışırdı;
Kafa kağıdının isim kısmında,
'Satılık' yazıyor olsaydı.


İki elimi birden yukarıya kaldırdım..
Benim bu aymazlığa,
Benim bu vurdumduymazlığa itirazım var..
Benim bu bayağılığa;
Basbayağı tepemden tırnağıma, tüm hücrelerimle itirazım var..
Kusuruma bakılmasın..
He, dayak yerim belki ama; e bir tokat da ben vururum hiç olmazsa, ne olacak yani..
Nefi’nin kellesi hicviyeden gitti, bildim..
Aha benim kelle de burada,
Buyursun buradan vursunlar..
Bu kalem hak yazdı, gayrı da hak yazar..
İşte o kadar..
Üç beş paradan fazla etmediklerinden kelli, israftan kaçtık; üç beş satırda, parsel parsel satılmış ruhları yazdık..

Eylemi gerçekleştirdin ya da gerçekleştirmedin; mesele bu değil.
Bir adamı bıçaklamamış olabilirsin;
Ama bu düşünce içinde olmak da yeteri derecede korkunç bir şeydir ya işte..
İşte aynen öyle..
Ve pek tabi bir düstur olarak; koca kasadaki elmaların tamamını gömmedik..
Sağlamları, temizleri itina ile tenzih ettik..
Bu sözler; çürümüş, kokuşmuş olanlara..
Çürümeye, kokuşmaya yüz tutmuş olanlara..
Hoş gerçi “Alışmış kudurmuştan beterdir.”den hareketle; şaşmamak gerek belki de, günaha elini kaptırmış olanın başını da kaptırma ihtimaline..
‘Başını da kaptırmak’ sıradan bir işe döndüyse demek ki..
Yook, sakın ola; kimsecikler bu hal üzerine, bu halin düşüncesi üzerine benim karşıma çıkmasın..
Zaten dünya tutmuş, midem bulanıyor; daha da bulanmasın..
Nasıl ki soyulmuş elma iki günde çürür..
Nasıl ki çürük elma mideye dokunur..
İşte aynen öyle..
Denebilir ki şimdi bana: “Sen bizi anlamadın.”
Yook; ben anlayacağımı anladım..
Ve halihazırda anladığımı anlatıyorum ya zaten..
Ve pek tabi; bu bir mukaddime..
Bildiğim daha neler neler var..
Sivilce patladı bir kere; daha çok irin akar..
Bu hamur daha çok su götürür vesselam;
Konuşacağım daha çok mesele var.

Yook haşa, kral değil;
Kralcılar çıplak..
Çırılçıplak

e.p



17 Şubat 2014 Pazartesi

Mut Kavmi

hala mutlu olabiliyorsa insanlar
bir umut var demektir
öyle ya
sokaklarda
sağda solda
gülebiliyorlar hala 
birlik olmuş da
kandırmıyorlarsa eğer beni
bir umut var demektir
evet
bir yerlerde kalmış olmalı
bir kaç parça da olsa
kazan ile değil belki ama
en azından çay kaşığıyla
bizim için
ayrılmış olmalı
bir umut daha
var olmalı mutlu olabilmek için
kurumamıştır belki henüz
o ağaç
salıncak astığımız
dalında sallanıp
yapraklarına tokat attığımız
rüzgarla kardeş olurduk hani
yüzümüze yapışırdı izi
o rüzgar
unutmamıştır belki bizi
mutlu olmak istiyorum
işte o anki gibi
sevdiğim biriyle
bir çay sohbetinde olduğum gibi
bir şeyler istiyorum
Eyfel'in tepesinde
Pisa'nın gölgesinde
sigara içmek gibi
Ganj Nehri'nde yüzmek
Kurtuba Camii'nde
bir ikindi namazı
kılmak gibi

(İşin gerçeği; salıncak astığımız ağaç kurudu çoktan.. Hatta kestiler de sanırım..
Kurudu gitti; Nazan'ın Nar Ağacı, Yahudi'nin Gargat'ı gibi. 
O rüzgarın da akıbetinden haberim yok..
Belki de unutmuştur.. 
Ama neyse ki; Eyfel de, Pisa da, Ganj da, Kurtuba da yerli yerinde.. 
Bir sırt çantası, üç beş uçak bileti iş görür diye düşünüyorum. Ve pek tabi; sigara içmediğim de, yüzme bilmediğim de göz önünde tutulmalı. E olduğu kadar)

e.p

4 Şubat 2014 Salı

Süpermen

Gözlüğünü çıkardı,
Uçmayı öğrendiği gün..
Bir pelerin aldı.
Bir çizme,
Mavi bir de pijama..
Mutluluktan uçuyordu adeta.
Bir fırladı telefon kulübesinden ki sorma..
Her yere yetişti,
Her işe daldı.
Modern çağın külhanbeyi,
Göğsünü dağlara denizlere siper yaptı..
Yorulmadı hiç bir zaman
Damdan dama uçmaktan.
Ne zaman ki gördü;
Para etmiyor çabası,
Çabaladıkça çamura bulanıyor paçası..
İşte o gün,
Vazgeçti süpermen olmaktan.

(Süpermen olmak lazım bazen.. Ama heyhat.. Bazen süpermen olmak da yetmiyor)

e.p