Beni hatırla..
Her zaman değil ama;
Ara sıra, kesin hatırla..
Yalnızken..
Uzaklara daldığında gözlerin..
Soğuklarda,
Üşüyünce ellerin..
Başkasının olduğunda,
Önce ruhun, sonra bedenin;
Beni hatırla..
Beni hatırla..
"Yağmur yağdığında.." demiştim;
Yok, yağmur yağdığında değil..
"Ay doğduğunda.." demiştin;
Yok, ay doğduğunda değil..
Ama beni hatırla..
Her kim olacaksa O;
Sakalları yüzüne battığında..
Dudaklarını, dudaklarına yapıştırdığında..
Parmakları, belini acıttığında..
Kemiklerin çatır çatır çatır çatırdadığında..
Beni hatırla..
Yok,
Her zaman değil ama;
Muhtelif zamanlarda..
Beni hatırla..
Hasret güzel bir duygudur..
Hatta sonunda var ise vuslat(evet bu klişe kelimeyi gerçekten de
kullandım ve birkaç kez daha kullanacağım, affola); zaman zaman tadından
yenmediği de olur.
Pek tabi vuslata değer ise vuslat.
Pek tabi mundar edilmemişse o vusslatt..!
Diyelim ki olmadı..
Mundara çevirdiler..
Ah o mundara çevirenleri varyaentaresi
dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
İnsanı geçmiş günahlarıyla yargılamak adi bir anlayış olduğundan kelli, hiç yapmadık biz bunu..
“Mühim olan ders almaktır; mühim olan gelecektir, gelecekte benzer hatalardan
uzak durabilmektir.” dedik.
El üstünde, baş üstünde tuttuk da; bile bile ladese eyvallahımız
yok.
Kusura bakılmasın..
Bundan dolayı da suçlu olduk ya;
Varsın olsun..
Cadı kazanına kepçe olmadık diye suçlu olduk ya,
Varsın ollsuunn.
Nasıl ki başını(evet başını) yanlış yola çeviren koyuna, aldın yerden
küçük bir taş attın; ta ki yanlışını fark etsin, yanlış yoldan geri dönsün..
Koyun buna alınmaz, üzülmez..
Tam aksine, yanlışından döndü diye memnun kalır.
Sana da minnettar olur..
E aynen öyle de;
Sen koyuna ufacık bir taş attın, uyardın..
Döndü sana “Sen kimsin de kime taş atıyorsun ulan deyyus. Sana ne;
ister uçuruma düşerim, ister kurda yem olurum.”
dedi. Bir de güzel küfretti.
Hee..
Öyle ise, aha bu da böyle..
Oysa yanlışa yanlış demek marifet..
Oysa yanlış yaptığını kabul etmek erdem..
Gördüğün yerde yanlıştan geri dönmek ise bulunmaz nimet..
Ama nerdeee.
Burundan kıl alabilene aşk olsun.
Laf edebilene aşk olsun.
Tenkite müsamaha ara ki bulasın.
E yuh.
Eleştiriye hayatında yer vermeyenin canına turp suyu..!
Oysa “Eleştiriye kapalı olan, yerinde saymaya mahkumdur.” denmemiş
miydi?
Lafta imiş demek.
E her neyse..
Eleştiriye kabulü olmayanın, “Benim bildiğim doğrudur. İşte o kadar.”cıların turp
suyu sıkılmış canı cehenneme(ya da her nereyeyse işte)
Hee..
Öyle ise, aha bu da böyle..
Koyun öyle melerse, çoban da böyle kaval çalar.
Kusuruma bakılmasın..
Hemşin Halkı’nın sıkça kullandığı bir ifadede olduğu gibi; “Adam öyle
itmez, böyle kaybolur..”
Vira bismillah..
Metro istasyonunda, bir baktım köşede kabuğu soyulmuş bir muz..
Çürümeye yüz tutmuş.
Garibim sanıyor ki alıp yine başımın üstüne koyacağım.
Elimi sürmemek adına, ayakkabımın ucuyla savurdum metro çukuruna.
Oraya daha yakıştı..
Hem belki orada çürük muz seven üç beş lağım faresi vardır.
Haydi oraya da çürük meyve seven birkaç lağım faresi çizelim..
Varsın o fareler o çürük muzu çatur çutur yesinler..
Varsın kemiklerini çatır çatır çatırdaentaresi dım dım yar.. hım hım
hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
Çankaya’nın yokuşunu çıkarken, bir baktım kabuğu soyulmuş bir elma,
yuvarlana yuvarlana bana doğru geliyor..
Garibim; yerden alıp yine başımın üzerinde taşıyacağım sanıyor..
Gelişine öyle bir tekme attım;
ta yol kenarındaki çalıların altına gitti.
Oraya daha yakıştı pek tabi..
Hem kim bilir; belki oralarda çürük elma seven üç beş aç sokak köpeği
vardır, ağızları salyalı salyalı..
O zaman gelin şuraya da ağzı salyalı; soyulmuş meyve seven, kabuksuz
kaldığından üç beş güne çürümüş meyve seven birkaç sokak köpeği çizelim..
Varsın o sokak köpekleri o çürük elmayı çatur çutur yesinler..
Varsın o çürük elmanın kemiklerini çatır çatır çatırdaentaresi dım dım
yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
Ah o gaz ile çalışan kahramanlar ahh..
Hani o davası uğruna her şeyden vazgeçebilecek kadar büyük yürekliler(gerçekten
büyük yürekli olanlar müstesna)
Davası uğruna; uğruna savaştığı şeyden dahi vazgeçebilecek kadar büyük
yürekliler..
Böyle bir şey olabiliyor mu, yoksa bu koca bir şaka mı?
Dava uğruna davadan vazgeçmek??
Dediler mesela: “Araba almak için ehliyet şart.”
Senin ehliyetin var, araba almaya gidecekken dedin “Ben bu ehliyeti satacağım.
Hem arabayı almaya giderken yol parası yapacağım.”
Divanelik değil midir?
Allah’a giderken O’ndan vazgeçmek..?
O’nu savunurken, emrinden vazgeçmek,
Ahkamını ayak altına almak;
Divaneliğin dik alası değil de nedir..?
Yahu o yürek ne kadar büyük ki bunu bile göze alıyor. Bravo..
Cesaretin alkışlansın mı istiyorsun?
Al alkışladım.. Hem de göz kapaklarımla..
Bunu söyleyen otomatikman ‘anlayışsız’ oluyor, mevzuyu anlayamamakla
itham ediliyor..
Yeteri ihlas seviyesine erişmemiş olarak addediliyor(ki bu doğrudur
kendi adıma. O sapık ihlasın değil ama, gerçek manadaki ihlasın binde biri olsa
idi bende daha ne isterdim.)
E ben de anlatamadım derdimi ama..
Hiç hem de..
Batılı red, hakkı müdafaadan önce gelir yahu; ben yanlış mı biliyorum..
Yanlış konuştuğumu fark eden; derhal beni uyarsın rica ederim..
‘La ilahe illallah’ı örnek olarak alalım(ki bu lafız İslam'a giriş
mahiyetindedir.)
Önce “La ilahe” deriz..
“Yok.. İlah yok.”
Sonra “İllallah” deriz..
“Allah’tan başka.”
Mesele bu kadar basit aslında.
Önce “Yok.” dersin “Yok.”
“Batıl yookk.”
Hak olanı müdafaa sonraki aşama..
Ama sen diyorsun: “Ben o ehliyeti illa satacağım.”
“Kendi doğrum bana yeter.”ci ne yapsın bu misali.
Konuştuğumuzla kaldık, ne yazık.
Gene biz anlayışsız, gene biz mantıksız!
O “Gerçekten anlayacak biri..” değil isek demek ki..
Neyi anlamamız gerekiyorsa artık. Saçmalıkları kalıba uydurmayı mı?
Ama bir inanış var ki işte; anlamadık..
Biz, anlamadık.
Sorsan “E hani daha piyasada bir şey yok ki.” denir.
Oysa niyetin olması kafidir..
Tamam, kediye tekme atmadın..
Ama “Zamanı gelirse, yanımdan geçerse acımam tekmeyi basarım.” diyorsun.
Eee.. Yetmez mi?
Allah’ın ahkamını çiğneye çiğneye o yolda koşulmasını(en azından iddia
bu), gayr-ı meşruiyet ile meşru dava peşine düşülmesini(en azından iddia bu)
almıyor mantık ne yapalım..
Arabayı(Madem araba örneğinden başladık ondan devam edelim.) sağa sola
vura vura herkes sürer. Dediler ki “Al şu emanet arabayı şuradan şuraya götür.”
Aldın; bir yerde ağaca tosladın, bir yerde bir kurbağa ezdin..
Hem ne sarıda bekledin, ne kırmızıda durdun. Geçerken bir de yandaki arabaya aynayı
vurdun..
Hem bir baktın ayna sallanıyor, fazlalık diye düşündün(ki değildi) kopardın attın. Camdan başını çıkardın bir de
yere tükürdün.. Tekerlekleri kabağa çevirdin; yarı patlak yarı yırtık. Kör
topal gidebildiğin kadar gittin.. Hem belki yarı yolda kaldın.
Hem, sana emanet olan arabanın da anasını ağlattın.
O arabayı hurdaya çevirdikten sonra ben neyleyim öyle hedefe yürümeyi..
Marifet, sen o arabayı sapa sağlam sür.
Kurallara uy. Ne arabayı parala, ne çevreni.. Marifet bu..
Ama bilirim; konuştuklarımız bir kulaktan girer, diğerinden çıkar.
“En doğru, benim doğru.”cu neylesin bu misali.
Ders alan var ise aşk olsun.
Beyanların en büyüğünde, ayan beyan “Satmayın..” diyor da satıyoruz
işte..
Saçımızı, başımızı, ruhumuzu..
Bundan gayrı biz daha ne söylesek boşa.
Elden bir şey gelmiyor ne yapalım..
Sen hem meşruiyetten bahsedeceksin, helalden dem vuracaksın; ama yeri
gelecek, haramı kucaklayıp ilahi emri ayak altına alacaksın hee..
Tamam tamam; biz anlayışsızız gene..
Bu gibi düşünenler, düşüncesiz gene..
Senin düşüncene, ettiğine eleştirel bakan her türlü haksız..
Olsun.. Hak hak deyip deyip de Allah’ın emrini çiğneyen, ‘ucuza’
satanlar haklı olsun gene.
Tamam fedakarlık..
Tamam cesaret..
Peki nereye kadar?
Hangi noktaya kadar; bu sözüm ona sonsuz yüreklilik..
İşte bu sorunun o çirkin muhtemel cevabı suratlara tokat gibi yapışsın.
Bugün paçasını sıvayan, yarın ayakkabısını çıkarmaz mı?
Yarın ayakkabısını çıkaran, yalın ayak yürümeye alışmaz mı?
İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlamaz mı?
İşte bu soruların cevabı suratlara tokat gibi yapışsın.
Fedakarlıkta, cesarette sınırı zorlamak bahsinde; duyduğum, duyar
duymaz tiksindiğim, inanmamak için kendimi zorladığım ve burada paylaşmaktan
utandığım bir bilseniz daha neler neler var..
İşte akıllarda şekillenen o çirkin tablolar, kızarmak bilmeyen çehrelere
tokat gibi yapışsın.
O kahraman müsveddelerine, 'ar' diye bir şey olduğunu hatırlatsın.
"Paylaşmak güzeldir." dedik,
"Hayat paylaşınca güzeldir." dedik ammaaa..
Biz bu paylaşmayı biraz yanlış mı anladık ne?
Paylaşmak; ruhunu, vücudunu, vücudunun bir uzvunu?
Mümkün müdür, akıl karı mıdır paylaşmak namusunentaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
Gerçek bir kahraman görmek isteyen(Benden yana baksın diyeceğim mi
sandınız? E yok artık); Adeviye Meydanı’nda; başındaki türbanıyla, göğsünün
ortasından vurulan bir kız vardı
hatırladınız mı?
Gerçek kahraman görmek isteyen işte o fotoğrafa baksın..
Saçını başını; sözüm ona kahramanlık, sözüm ona fedakarlık, sözüm ona
cesaret adı altında satma niyetindekiler,
Küfür içinde hakka varma
niyetindekiler;
Gayr-ı meşruiyet ile meşru işler yaptığına inananlar;
Ar perdeleri yırtılmadı ise eğer, bu fotoğrafa baka baka
utansın.
O Esma; başındakini çıkarmamak adına ölmeyi yeğlerdi. Öyle de oldu.
O’nun bu meydan okuması lafta değildi. Lafta da kalmadı..
Ha vuslat?
Esma ile cennetteki meleklerin kucaklaşmasıdır vuslat.
Gözyaşlarının Esma’nın ölü bedenine sarılmasıdır vuslat..
Bu vuslat, bizim dem vurduğumuz o mundar vuslat değil..
Bu, vuslat gibi vuslat..
Ah o tuzu kurular ahh..
İşte onlar; eşleri, kızları mutfakta çay demliyor, kek pişiriyor.
Yemek yapıp içine biraz baharat, biraz da tuz koyuyor..
Tuz, pek tabi kuru
tuz..
Ama gaz yüklemesi yaptıkları kahramanlar, o fedakarlık abideleri, o
cesaret timsalleri;
O sözüm ona adanmış; sözüm ona buna aldanmış oğlu aldanmış ruhlar sanat
için soyunu…. Pardon hak için soyunuyor..
Ezberlenmiş ‘fedakarlık’, ‘cesaret’ kelimeleri ise kulak zarlarımızı tırmalıyor(Vatan
millet unutup; canını dişine takıp halisane koşturan, çabalayan yürekli
insanlar müstesna.. Belki Harun, Belki Zehra.. Meşru çerçevede davası peşinde
koşanlar müstesna oğlu müstesna.. Harunlar, Zehralar müstesna.)
Bu anlayışı, bu ‘tuzum kuru’culuğu alkışlayamam; kusuruma
bakılmasın(Gerçekten halis niyetler yok mu? Var.. O halis niyetliler müstesna)
İşte benim bu bakış açısına, bu sapık anlayışa; bu kafaya sahip kafaya(mantık
bulmadığı şeye karşı tavrını koyabilen, emir verildi diye günaha balıklama dalmadan önce bir düşünen; çevresindekileri
de buna teşvikten geri duranlar müstesna) tepemden tırnağıma dek itirazım var..
Söylesen..
“Oooo sen anlamadın.. Sen mantığı kavrayamadın.”
Yesinler böyle mantığı.. Mantıkmış.
Ales soru kitapçığı sanırsın..
Kimine derler: “Aha iş budur, buyur..”
O aklı başında; bakar tartar, sınırlarını haddini bilir, hangi emir
daha büyüktür bilir; der: “Yook o kadar da değil.. Sınırımı aşmamak kaydı ile
deyin yapayım. Ama haddimi aşamam. O benim keyfiyetimde değildir zira.”
İşte bunu diyenler var ya; ben onları ayakta alkışlarım, duacısı
olurum.. Maşallah derim ona.. El üstünde tutulacak olanlar bunlardır işte..
Bunu diyebilenler benim gözümde kıymetli bir taş gibi.. Bir firuze taşı gibi. Bunların benim gözümde bir benzeri yok, eşi yok..
Bir de diğerleri var ki; hani en fedakar ya, en kahraman ya, en cesur,
en gözü kara ya..
O’na emir komuta işler.. Sorgu yok, tartma biçme yok. Doğru mu, yanlış
mı düşünmek yok.
O'na derler yat, yat. Kalk, kalk. Soyun, soyun..
Ne olacak ki yani, soyunur..
Ne de olsa kıldan ince, o satılmışın taşıdığı
boyun..
Garibim bir de demez mi: “Sakın ola ne hal üzerine geri döneceksin diye
sorma..”
Sormuyorum ki zaten; direkt diyorum ki “Gelme.”
O mundar hal üzerine gelip de, o vuslat dedikleri şeyi mundar etme.
İnsanların karşısına çıkıp da midelerini kaldırmanın anlamı yok!
Git ne halin varsa gör..
Ama dur; ne halin varsa gör de, bu halini sakın görme..
Bu halini kendin bile görme..!
Hayde var git yoluna..
Seni de bu kalpten istifa ettirdik.
Kral değil.. Kral çıplak değil..
Ama kralcılar çıplak..
Çırılçıplak…
Bu arada; sanat için soyunanlara selam ederim..
Ha bir de..
Hak için soyunanlar, aman deyim ha; çile çekip
elmasa döneyim derken, kömür kalıp yanmayasınız?
Hak için soyunanlar, buna çanak tutanlar; size bir çift lafım vaentaresi
dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
Ah o içi ile dışı tepe tepeye zıt olanlar ahh..
Dıştan
bakarsın nur parçası, içine girersin satılmış ruhun biri(İçi dışı bir olan, davası peşinde muhlisane koşturanlar müstesna.)
Ne tarafa gideyim, hangi dereye dalayım ben şimdi..
Dediği başkaaa, etiği başka..
Misal;
Sen telefonun
diğer ucuyla sabahlara dek tabir yerinde ise öpüşe koklaşa uyuyacaksın;
Sabah
uyanınca meşruiyetten dem vuracaksın;
Uyanınca
“Davam da davam.” diyeceksin..!
Çevrene
ahlak bekçiliği taslayacaksın, akıl vereceksin, iffet modeli rolleri çizeceksin hee(İçi dışı bir olup da gerçekten
çevresindeki insanları yanlıştan muhafaza etmeye çalışan, dediğini en başta
kendisi tutanlar müstesna.)
Alenen iki yüzlülük değil midir bu?
Alenen yalancılık değil midir bu yahu?
E yalanın bini bir paraysa; 'tek ayak üzeri kırk yalan' düsturu felsefe benimsendiyse demek ki..
Bunlardan..
Evet at yüküyle var bunlardan, yazık..
Bir de o "Zaman ne getirir bilemem." tavrı yok mu o..
"Zaman olur yine girerim günaha." tavrı..
Tamam..
Taamaaamm geçmiş, geçmiş gitmiş deeee;
Peki bu rezil, bu pişkin tavırla, nasıl inandıracaksın bizi; geçmiş günahlarından pişmanlık duyduğuna?
Samimiyetine nasıl inandıracaksın?
"İki yüzlülüğün gayrı lüzumu yok." diyesi geliyor insanın da; iki yüzlülükten şikayetçi olan kim?
İki yüzlülük damara işlemiş, günaha girmek sıradanlaşmışsa demek ki?
"Hoppala paşam, Malkara Keşan." diyesi geliyor insanın da; alışmış kudurmuştan beterse demek ki..
E olsun..
"Davam da davam."
Ah o
imitasyon, o çakma; makyajlı, maskeli kahramanlar(Misali okuyup da kendini gönül rahatlığıyla tenzih edebilen; "Şükür ki işte bu ben değilim." diyebilen var ise, ne mutlu ona. Ne mutlu o tertemiz ruha.)
E peki biz
kime güveneceğiz şimdi. Kime gönül rahatlığıyla sarılacağız.
"Serinlik." diye elini uzattığın, "Bağrıma alayım, ferahlık bulayım.." dediğin yanar ateş, kaynar su çıkıyor da ne yapalım şimdi..?
Pir-u pak dediğin meğer.. Neler neler..
Neler de neler bilirmiş meğer..
Bu içi farklı dışı
farklılar yüzünden, bu tezat yüklü gemiler yüzünden;
Bu maskeli yaşamayı düstur edinmiş, nereden bulmuşsa bulmuş, yüz bulmuş bu iki yüzlüler yüzünden;
Kime sırt vereceğimizi, kime inanacağımızı, kime
güveneceğimizi bilemez olduk iyi mi..
İşte buna vesile olan o maskeli balo mümessillerine bir şey diyeceğientaresi dım dım yar..
hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
İplikler çıkacaksa pazara;
Buyurun bir ilmek de benden o halde..
Benim değerlerimi küp küp devirdiler; avuçlarımla biraz da olsa geri
alayım bari..
Satılmış, madem satılmaya alışmış;
Buyursun, ipliğinin pazara çıkışını
izlesin, zevk alsın..
Şunu da bilsin..
Yook. Bunu hepimiz de iyi bilelim aslında.!
Bir tarafı savunmak, hakkını savunmak, diğer tarafı gömebilmek adına
her türlü rezilliği yapmayı gerektirmez.
“Düşmanımın düşmanı dostumdur.”culuk da cahil oğlu cahilliktir.
Yahu yok mu doğruya “Doğru.”,
yanlışa “Yanlış.” diyebilen bir
başka Allah kulu daha.
Yahu tek mi kaldım ben bunu savunan bu koca dünyada.
Sırf takıştığın adama nispet olsun diye, güç birliği olsun da alt
edeyim diye olmadık birinin kucağına oturulur mu bre ahmak(Anlayış: “Ben
istediğimi alayım da; nasıl olursa olsun, kimle olursa olsun.”sa demek ki?)
Mesela
diyelim A diye birine kızdın, bozuştun.. Yahu onunla bozuştun diye, senin
değerlerinle tepe tepeye zıt, senin değerlerini ayaklarıyla çiğnemiş bir
başkasını öpmek okşamak, koyun koyuna yatmak da nesi bre ahmak.
Sırf
düşmanımın düşmanı diye..?
Bu düşmanın
düşmanı C olsun.
Yahu bu
düşmanın düşmanı; en başta senin en temel değerinin düşmanı bre kör oğlu kör.
Diyelim ki
bir adam da var.. Böyük adam..
Diyelim ki en
sevdiği oyun adam asmaca olan bir adam..
Bir kitap
yazmış.. Kitabın adı da Kutuk olsun(Bizim yörede kutuk, kütük demektir. Bizim
ahali nokta olan yere nokta koymaz, olmayan yere koyar ya. O misallerden biri bu
da. Öylecesine aklıma geldi.)
Bu C adamı
diyor ki: “Bana göre en büyük kitap bu falan böyük adamın yazdığı Kutuk’tur;
senin inandığın kitaba ben beş para değer vermem.”
Estağfurullah..
Gene bu C
adamı ellerinde pankartlar ile “Bilmem ne, bu bahsi edilen böyük adamın
vasiyetidir; senin inandığın kitabın ayetleridir sanma.. Çiğnetmeyiz.” diye
bangır bangır bağırıyor.
Estağfurullah..
Diyelim bir
de, ne bileyim M diye bir adam olsun..
Bu soysuz da
diyor ki: “En güzel kan benim kan. Ben bu kanı taşıdığımdan en büyüğüm. Gayrisine beş para değer vermem. Benim kafatası en güzel kafatası.. Bu kafatası bende olduğumdan en büyüğüm. Gayrisine beş para değer vermem.”
Estağfurullah
Yarabbi..
Senin
anlayışına yüzde yüz ters!!
Eee..? Sen
bu C’yi, M’yi; bu kabilden adamları(Adam mı dedim ben.? Dilimi arı soksun.) nasıl koynuna alırsın bre densiz.
Sırf seninle
birlikte düşmanlık yapsınlar diye hee.
Gazetelerde
manşetlerde zaman zaman, hatta çoğu zaman; hatta zaman ilerledikçe de her zaman
karşılıklı sevişmeler, öpüşmeler..
Karşılıklı
aşk cümleleri; romantizmler, fanteziler..
Bu ne yaman
iştir bre tuvalet terliği oğlu tuvalet terliği..!
Abii durr!
Abi dur ne yapıyorsun? Ne
içtin sen?
Ne içtin de
bu kafa bu kadar, böyle kara kara dumanlı?(Bu safsatadan uzak durup işini yapabilenler var.. Bunlara alkışlarım var, dualarım da armağan. Bu adam gibi adamlar müstesna.)
Hakkımı
savunuyorum diyorsun daa;
Hakkını, düşmanının o adi oğlu adi düşmanına sarılmadan, günaha paye vermeden savunamaz
mısın Allah aşkına!
O kadar mı
aciz, o kadar mı çaresizsin bre zavallı oğlu zavallı..
Ammaaa günaha paye vermeye meyil var ise demek ki..
Yürüdüğün yolda harama helale bakmamakta, güya dava peşinde koşarken; her tür rezilliğe, adiliğe, aşağılığa bulaşmakta; değerlerini, kendini satmakta bir mahzur görülmüyorsa demek ki...!
İşte ben böyle çarpık oğlu çarpık, ben böyle sapık oğlu sapık anlayışın;
ben böyle üç beş dershane taksitine satılmış oğlu satılmışlığın varyaentaresi
dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar.. mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
Sual: Abi, tuzu kurular dedin, satılmış ruhlar dedin, içi dışı bir
olmayanları anlattın. Daha neler nelerden dem vurdun.. Yahu bunu nereden
bilebiliyorsun.. Nasıl böyle net konuşabiliyorsun? Hem belki uyduruyorsan
veballerine girdin, günahlarını aldın. Yoksa kızgınlığına kanıp abartıyor
musun, uyduruyor musun? Yoksa sen bizi kandırıyor musun? Sanki o
bahsindekilerle aynı yerde mi durdun? Sanki aynı evde mi, aynı odada mı yattın?
Bu cahilane soruyu soran divaneye el cevap: Yatmadığımı nereden bildin?
Şerbete batırılmış cümlelerime alışkın satılmış ruhlar, bu yazdıklarıma
şaşıyor olabilirler..
Ve fakat; HBÇ’de her daim nabza göre şerbet verildiğini nasıl gözden
kaçırırlar..
Bu karakter ve seviye kaybına sessiz kalmak, bu bünyeye göre değilse demek ki..
Nasıl ki yağmur yağsın diye dua edilmez; ancak yağmurun yağmıyor oluşu dua vaktinin
geldiğine işarettir.. Buna istinaden dua edilir..
Aynen öyle de; böyle yazmamız lazım geldi ki, bu kez de kelimeleri acı
soslara bulaya bulaya servis ettik..
He acı ya..
Hem ne olacak.. “Biz acıyı seviyoruz ya zaten.” Bundan ötürü sıkıntı
olmasa gerek(Bu ‘acıyı sevme’ mevzuunu bir yerden hatırlıyor gibiyim.)
E hele daha dur bakalım..
Bu sivilce patladı bir kere; besbelli daha çok irin akacak..
Teçhizatım tam; bir elimde kalem, diğerinde kalemtıraş(sık sık
sivrilmeli ya o kalem, işte ondan) Silgim de cebimde, bu da biline..
Ve eğer görülür ise yanlışım; o silgiyi yerinden çıkarmak, görevini
ifaya tabi tutmak için, rica ederim derhal bana haber edile..
Karıncaya dediler. “Yahu sen şuncacık karıncasın.. Bu yangına su
taşısan ne olur, taşımasan ne olur.”
Karınca dedi: “Varsın yangın sönmesin.. Hiç olmazsa tavrım belli olur.”
Sahildeki meczup adama dediler: “Yahu bu sahilde tonlarca deniz yıldızı
var.. Sen niyetlendin bunları denize geri atacaksın.. Bunun sonu gelmez
uğraştığınla kalırsın.. Bu işe girişsen ne olur, ne fark eder..”
O meczup adam tuttu bir deniz yıldızını denize geri attı, dedi: “Aha da
bunun için çok şey fark etti.”
Heybeden heybeden üç beş salladık; hem tavrımız belli olsun, hem belki hasbelkader
birine faydası dokunsun diye..
Her ne kadar ‘anlayışsız’lık ile itham edilecek olsak da;
Bu kalem, bu çene daha çok işleyecek..
Benim bahis edeceğim daha çok mesele var..
Not: Bu yazıda bahsi geçen kişiler ve anlatılanlar hayal ürünüdür.
Ve fakat arzu edenin, hissesine düşeni almasında bir beis yoktur..
Hayat bazen çok: Entaresi dım dım yar.. hım hım hım da hım hım yar..
mıy mıy mıy da mıy mıy yar.
e.p