21 Şubat 2014 Cuma

Kokain

Hayretlerim olsun..
"Hayat unutursan vardır." derken, burukluğu akıyor üzerimden..

Alzaymırın Almanca telaffuzu 'aylse'ymiş meğer..
Yanındaki kızlara hava atmaya çalışan gurbetçi çocuktan öğrendim..
O Alamancı çocuk; saçları dik, ayağında Adidas, bacağında şort.. Vücudunun muhtelif yerlerinde, muhtelif manalar taşıyan dövmeler..
Bir ön masada, o dünyaca meşhur fast-foodçuda.
Karşımda oturan kızın bacağındaki selülitlerin sebebi olan, o dünyaca meşhur fast-foodçuda..
"Var ya gızım sen keisin aylsesin ha. He şeyi unutuyon."
"Alzaymır mı demek istiyosun?"
"Hee Tukçete Alzaymır mı deniyo? Almançası aylse."
Bravo sana..
Yaman artist çıktın delikanlı..
Saçların ne güzel..
Dövmelerin ne havalı..
Annen ve baban, seni yapmaya Almanya'da karar verdikleri için o kızlar senin..!
Aferin..
Dilediğince şımarabilir ve hava atabilirsin.
Salondaki herkesten üstün olduğunu düşünebilirsin; tabi bir yaşından beri tükettiğin 'hızlı-yemek' beynini işgal etmediyse ve hala düşünebiliyorsan..
"Böle telefon kullanmayı oslemişim haa."
Aferin ula..
Çünkü kızın telefonu eski model ve seninki en yenisinden..
Hepimiz de gördük beyaz telefonunu..
Bir ısırık alınmış elma mıydı cinsi?
Neyse; kızın telefonundan güzel gerçekten de. İyi de fotoğraf çekiyor kesin. Bravo.
Ama ne yazık ki; senin için Mısır sadece bir bitki.
Mısır senin için; az önce çatur çutur gömdüğün tavuğun yediği mısır, fazlası değil.
Bravo..
Tabir caizse; hayat sana güzel.
Hem bak bende de var bir şeyler; "İş bin doç."??

Ne garip aylse olmak..
Unutmak, alışmak..
Ne garip.
"İş bin aylse?"
Ha??
Şarkıda diyor ya; "Sil baştan başlamak gerek bazen.. Hayatı sıfırlamak. Her şeyi unutmak.."
Öyle mi acaba?
Bu bir gerek mi acaba?
Ya da isteğe bağlı mıdır o?
O şarkıda söylenenler, aylse olmayı mı gerektiriyor hem?
Ya da; hatırladınız mı 'Duygu Öğütme Makinesi' diye bir şey de vardı?
Piyasaya çıktı mı?
Ya da  'kokain' mi dersiniz?
"Zaten bir 'kokain' hadisesi yaşarsın ister istemez." mi dersiniz?
Bence hayat gerçekten çok enteresan; Alamancı gencin kolundaki dövmeler kadar..

E bazı şeyler var tabi; yukarıda sayılanların fayda etmediği.
Esma meselesi mesela.
Kızım, Allah rahmet eylesin sana.
Sen gerçek bir kahramandın bence..
Evet bazı şeyler var; bazı kirler var sabunla çıkmayan mesela..
Ağlayan birini rol yapmakla itham etmek gibi mesela.
Ne yazık..
Ağla sevgili hemşehrim ağla. Yaşlarında samimiyetine yürekten inanıyorum..
İnanmayanlar ağlasın haline..
"Ağlayamayanlar, ağlasın haline.."
Varsın onlar hamburger yiyedursunlar; soğan halkası kafalılar..
Ve halka demişken; o olimpiyat halkaları da gözlerine girsin(nasıl da sevindiler bize verilmeyince)
Sen ağla sevgili hemşehrim ağla.
Gözyaşların döküldü Esma'nın bedenine.
Rahmetler olsun ruhuna.. El Fatiha.
Evet; benzeri şeylere fayda etmeyebilir yukarıda sayılanlar.
Ama geri kalan her şey için; aylse olmak..
Veya o bilmem neyi ne yapma makinesi.
Veya 'kokain'?

Soruyorum..
Neden koptu; ismini sevdiğim caddede müzik yapan gencin, ismini bilmediğim enstrümanının teli?
Ben 'ismini vermek istemeyen dinleyici'.
Tanıdık bir yüz için ben süzüyorken etrafımı; neden koptu o tel?
Ne manaya geliyor?
Bana ne anlatmaya çalışıyor?
"İnceldiği yerden kopsun be abi." demeye mi çalışıyor?
Yoksa Afyonla bağların aniden kopmasına bir gönderme mi?
Öyle ya; "Bir yıl daha Afyon.." derken, kendimi bambaşka bir yerde buluverdim.
E hani ya "Gemiyi en son kaptan terk e.."
Eehhh.. "Hadi ordan." dediler işte.
"Yok öyle klişe ajitasyon. Gel bakalım böyle." dediler..
"Eyvallah." dedim..
Kaçacak yer arıyorduysam demek ki..
Çaktım Turist Ömer selamımı.. Bu kez Afyon'a.
Tekme ata ata köşe başlarına, hatıralara.
En çok da Türk Telekom'un önündeki o banka.
Ve beni kırdığı için Çavuşbaş'taki o sarı konağa..
Ve beni kandırdığı için eşya emanet odasına, o terminaldeki..
Elimde üç beş kayısı çekirdeği.

He işte..
Okula veda ettik okula..
Hani beş yıl boyunca girdik çıktık ya o beton binalara(Restore ediyorlar şimdi; biraz daha adama döner diye umuyorum.)
Bunun mükafatı olarak elime tutuşturdular bir kağıt; üzerinde 'Diploma' yazıyor.
Teşekkürler..
Çok mersi., sevindim..
Aldım 'kağıt parçaları'mı ve dolandım durdum son kez koridorlarda.
"Bu kez gerçekten de sok kez." bilinciyle.
Ne acıydı ama.
Vedalaşmak hocalarla, hoştu bir yandan.. "Artık gidiyoruz."du..
"Hakkınızı helal edin."di.
Bir yandan da üzücü ve soğuk..
Bomboş dersliklerde; bomboş koridorlarda hayalen beliren anıların, dost simalarının yaktığı gibi.. Soğuk soğuk.
Ve her şeye dayandım da; vedalaşırken kantin görevlisiyle az kalsın tutamadım gözyaşlarımı..
Öyle ya; merdivenlerden inerken/çıkarken her gördüğünde beni, hazırlayıverirdi ada çayımı.
Yetmiş beş kuruşu bırakır da devam ederdim sınıfa.
Tıpkı Esbjerg'de; kantindeki yaşlı kadının direkt sütlü kahvemi hazırladığı gibi, beni görür görmez..
Hem de sekiz Kronluk..
Sekiz kronu bırakır da devam ederdim sınıfa..
Aralarında kilometreler bulunan iki güzel insansınız.. İşte o kadar.
Beni sevdiğinizden daha çok seviyorum sizi.. Ona göre.
Var olun.

Ona veda, buna veda..
Herkese veda.. Her şeye veda..
Ve..
Ve dudağından öperek veda ettim Puzzle Time'a da, aynı anda..
Güzel maceraydı güzel.
Öyle ya..
Yazdık, çizdik.. Gezdik, tozduk..
Sayesinde yedik içtik; sayesinde "Aa Puzzle Time'ı sen mi yapıyorsun?" teveccühüne muhatap olduk..
Eyvallah. Ve elhamdülillah.
Güzel maceraydı vesselam..
Ve artık niyahetlendi..
Selefim Topaloğlu Mustafa'yı bir kez daha selamlıyorum..
Güzel günler yaşadık, Puzzle Time'lı günler yaşadık Hüseyin Bayık'ta..
Ve son demleri de, münferit olarak; Ben Nehri'ne nazır Uydukent'te.
Ve şimdi benim adım; 'Puzzle Time'ını beş paraya satan bilge'.
Hiç şüphesiz, Afyon adına not defterime yazdığım en güzel anılardandı Puzzle Time.
Selametle..

Amaa..
Gel gör ki; her şey için aynı şey geçerli değil.
Yahu Afyon..
Ah Afyon ah..
Daha güzel duygularla ayrılabilmeyi isterdim senden.
"İşte aradığımı buldum.", "Ve o bulduğumu da aldım." diyerek..
Ne de güzel olurdu..
Ah Afyon ah..
Niye üzdün ki beni.?
Oysa sevişeydik ya sabaha kadar Akdeniz gecelerinde..
Ya da Ege gecelerinde işte her neyse..
Meczup bir ozan şöyle demişti, karşılaştığım köhne bir Anadolu kasabasında: "En çok istediğim; ya polis, ya imam olmaktı.. Olmadı."
O misal..
Afyon..
Gönül isterdi ki; istediğimi alarak ayrılsaydım senden..
Olmadı..
Gönül isterdi ki; senden ayrılırken gönlüm bir hoş olaydı..
Olmadı..
Benim için, bekleme salonundaki günü geçmiş bir dergisin artık..
Çok üzdün beni çok..
Olmasa İmaret, olmasa Mevlevi anmayacağım adını.
"Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa.. Kim inanır senle ayr..."
Ooyy neyse işte..
Çok üzdün beni ve ben yazdım bunu..
Görüşmemek üzere.

Gel gelelim, denize kıyısı olmayan bir başka şehre..
Maceranın devam edeceği yeni şehre.
Burası, sınırları içinde aşık olmanın zor olduğuna inanılan şehir.
Bu şehir, şehir turu otobüslerinin neden var olduğunu anlayamadığım bir şehir.
Herhangi turistik bir yeri olmayan bir şehirde; 'mimari' diye bir kavramın varlığı bilinmeyen bir şehirde, şehir turu otobüsü ha?
Çirkin, şekilsiz binaları seyir için biniliyor bu otobüslere..
Pespaye yapılaşmayı ve "Bir şehir nasıl bu denli düzensiz olabilir?"i seyir için.
Tepedeki çimenlikten seyreylemek için alemi değil yani.
Seyreyleyecek pek bir şey yok yani.
Oysa öyle midir; Roma, Paris, Kopenhag vs.
Kusuruma bakılmasın;
Başkentlerin en çirkini Ankara..
Çirkin şehirlerin başkenti Ankara..
Ama demiştik ya "Bir şehri güzel kılan insanlarıdır." diye.
Yine o hesap işte.
Ankara..
Gökten zembille iner gibi düştüm bağrına.
Sana merhaba.
Evet, işte öyle;
"Bir yıl daha Afyon.." derken, neredeyiz şimdi.
Bir şeyi ararken, başka bir şeyi bulmak gibi..
Çorabını ararken, iki yıldır görmediğin eldivenini bulursun ya bazen.
Onun gibi.
Hayat bazen çok: "Neye niyet, neye kısmet."
Hayat bazen çok: "Kısmetten öte köy yok."

Pekii?
Ben geldim diye mi siz de peşim sıra geldiniz Ankara'ya; Leyla the Band?
Karşılayamadım, kusuruma bakmayın; e ben de daha yeniyim ya bu yerde.
Ama gönlümüz bir değil mi nihayetinde..
"Gönüller bir olsun yeter." değil mi nihayetinde..
Orası öyle de; yahu batmasaydı ya İsmail Abi'nin gemisi.
Leyla ile Mecnun sonsuza dek sürer gibi geliyordu ya bize..
Yahu bitmeseydi ya dizi.
Ve üzmeseydi bizi.
İsmail Abi, sen de bıraktın gittin ha sonunda..
Evet gelmedi o gemi abi gelmedi.
Hem haklısın biliyor musun; beklemek gerçekten de en korkunç hali yaşamanın.
Bunu çok defa tecrübe ettim..
Ve sabır mevzu bahis olduğunda tam bir beceriksiz olduğum için; "Gitme." dedim gidenlere..
Evet, İsra 11 beni anlatıyor adeta: "İnsan pek acelecidir."
Evet, Emre Pehlivan öyledir. Elden bir şey gelmiyor.
Ama hırsızın da hiç mi suçu yok.
Çünkü; "Elveda" diyenler, hiç geri gelmediler..
Bundan korktum hep. Kendilerini unutturmalarından korktum..
Hep de öyle yaptılar zaten; kendilerini unutturdular göz göre göre.
Yahu hırsızın hiç mi suçu yok.
Ve karşıma bir 'kokain' çıkmasından korktum hep.
Bu yüzden "Gitme." dedim.
Ama gittiler. Yazık ettiler.
"Bari kendini unutturma." dedim, "Ara sıra sesini duyur." dedim; dinlemediler.
Yine de mücadele adına, söylediğim üzere; notlar yazdım mermer taşlara, Kızılay'da.
Garibim, onu da yağmur yıkadı. Ve okunmadılar muhtemelen.
E okunacaktı ya hani? Ne  Oldu? Harfler de unutuldu.. Kızılay da..
Ve kör olası çöpçüler; bu kez Kızılay'a dökülen ümitleri süpürdüler..
İsmail Abi İsmail Abi;
Sen en azından geminin sesini duyuyordun da bekliyordun.. Ümit ediyordun.
Peki sesini duymadığın, izini bilmediğin;
Yaşayıp yaşamadığını dahi bilmediğin birini beklemek mümkün müdür İsmail Abi, sen söyle.
Öyle arkasına bakmadan gitmek hangi kitapta yazıyor? Var mı öyle bir şey?
"Ben bir kaybolurum, pir kaybolurum."culuk var mı Allah aşkına.
Var mı öyle "Ben giderim.. Sen ister bekle, ister bekleme."cilik Allah aşkına?
Hak eder mi beklenmeyi?
Yahu suyun altında en fazla ne kadar kalabilirsin ki?
Ara sıra kafanı çıkarıp nefes alman gerekmez mi?
Ara sıra "İşte buradayım.", "Evet hayattayım." gerekmez mi?
İsmail Abi, rica ediyorum sen söyle..
Yahu insanın karşısına bir 'kokain' ne zaman çıkar, bunu kim bilebilir.
Ya olursa öyle bir şey, sorumlusu kimdir bunun?
Diyorlar ya: "Bir başkasını seversem eğer, seni asla affetmem."
Sanırım öyle bir şey işte..
İsmail Abi sen söyle..
Ya da her neyse..
L&M for ever.

Ey ahali!
Kuğulu Park'ta kuğudan başka bir halt yok, haberiniz olsun?
E hata ben de ama..
Ya ne olacaktı.?
Kuğulu Park'ta fil mi olacaktı?
Zürafa mı olacaktı?
Deve kuşu mu?
Deve mi?
Yok deve..
Beklentileri yükseğe koymak da ne için acaba?
Yahu işte Kuğulu Park'ta kuğu olur.
Peynirli pide, peynirli olur..
Sinekli Bakkal'da sinek olur. Olay budur.
Fazlasını beklemek de niye?
Ama ben bunu hep yapıyorum ben..
Olandan fazlasını umarsan, kalırsın öyle..
Akılsız başım..
Kıçı kırık bir park sonuçta.
Gözde fazla büyütmemek gerek demek ki; hayal kırıklığı yaşamamak adına.
Kuğulu Park'ta kuğudan fazlasını umarsan, avucunu yalarsın öyle..
Kusura bakma..

Evet; küçük şeylerle mutlu olmayı bilmeli insan.
"Ben seninle bir gün Ayder'de Muğlama yeme ihtimalini sevdim." gibi mesela.
Ya da Kuğulu Park demişken, Tunalı Hilmi'ye gelme ihtimalinden mi dem vursaydık acaba?
İşte her neyse..
Küçük şeylerle mutlu olabilmeli; ve olanı olduğu gibi sevebilmeli..
Şafak Elif'in kitapta var ya;
Adam eşine bir şeyler yazıyor, şöyle diyor:
"Beni olduğum gibi kabul ettiğin için, ve eşim olduğun için teşekkür ederim."
Çok mühim çok; olduğu gibi kabullenip, olduğu gibi sevebilmek.
Bir yeri, bir şehri, bir insanı.
Mühim mesele.
AKÜ'deki, Business Academy West'teki kantin görevlileri; sözüm size..
Beni olduğum gibi sevdiğiniz için teşekkür ederim.
Ve Metro Camii imamı; sözüm sana..
Allah razı olsun, kıraatın pek güzel.
Beni olduğum gibi sevdiğin için bir teşekkür de sana..

Aylse aylse.. İş bin şınayse.
'Unutmak' ne kadar da çirkin bir kelime.
Telaffuz ederken bile yoruyor insanı.. En azından beni.
Ben sevmiyorum bu kelimeyi. Ben sevmiyorum bu fiili..
Bugün yolda "Ben seni unutmak istemedim ki."yi gördüm.
Bugün yolda "Ben seni unutmak için sevmedim."i gördüm.
Gel gör ki; 'kokain' diye de bir gerçek var..
Hani o "Hırsızın hiç mi suçu yok?"a binaen; kayboluyorsa referans noktaları yavaş yavaş; ve bir gizeme bürünme politikası varsa iyiden iyiye, ve bir kendini unutturma durumu anlamsızca;
İşte o zaman, o temennilerin acınacak hali var..
İşte o zaman, o ahkam kesmelerin bir 'kokain'lik canı var.
Ne kötü.
Hoş böyle bir gayret söz konusu olduğundan değil, fakat;
E hayat süprizlerle dolu ya hani.. Elmanı kaybettiysen eğer; ve daha büyük bir elma çıkarsa karşına, "Ben bunu yemem." diyebilir misin?
Ne yazık.
Yazık ki; inşaası için onlarca ağaca kıyılan, bağrında onlarca koca ağaç barındıran o koca gemilerin; incecik bir çöpten yapılmış bir kibritlik canı var.
Ne acı.

İnsanlar morfine bağımlı olmaya başlayınca; 1879 yılında bağımlıları tedavi amaçlı bir ilaç geliştirildi.. İsmi kokaindi.
Ve o tarihten sonra  insanlar; morfini bırakıp, kokaine bağımlı olur hale geldiler.

Not (Yasal olup olmadığını bilmediğim uyarı): HBÇ Yeşilaycı bir oluşumdur.
Her türlü uyuşturucu/bağımlılık yapıcı maddeden uzak durun!

(Epeyce süre önce kaleme alınmış olduğu halde; "Zannın çoğundan sakının." uyarısına ve hüsnü zan kabilinden "Yahu belki de öyle değildir be canım.." ihtimallerine binaen taslaklara hapsedilmiş olan bu yazı; ipliklerin pazara çıkması, iyi niyetin suistimali, tutumun beklenen ile uyuşmaması sonucu yaşanan hayal kırıklığı ve o hüsnü zanların anasının ağlatılması ile yeniden telif edildi.)


e.p


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder