"May neym is Sayid..
Sayid Carrah. Ayem fırom Tikrit, İrakk."
O meşhur Cumhuriyet Muhafızı Sayid Carrah.
Hani o Lost Adası'nın bıçkın delikanlısı.
Hani o "Nadya da Nadya" dedi dedi de, sonra gitti Şenon'a 'Kayıp Ada'da 'aşk yuvası' kurdu elleriyle; üç beş bambu, biraz da paraşüt beziyle.
Çakma aşık Sayid Carrah.
Çakma sadık Sayid Carrah.
Duygularını parçalayabilmeyi ve bir eti sevebilmeyi, muhafızlık yıllarında çokça kullandığı 'belge imha makinesi'nden öğrenmiş olabilir.
Ama herkesin ilham alabileceği, tonlarca belgeyi yok ettiği bir 'belge imha makinesi' olmayabilir..
Kasapta kıyma makinesi; koca ineği hamburger köftesine çevirir de madara eder.
Aktarda kahve öğütücü; ayrı ayrı duran taneleri "Gelin kaynaşın bakayım." dercesine öğütür, un ufak eder de birbirine katar.
Veya Sayid'in belge imha makinesi; gerçekleri, belgelenmiş şeyleri çatur çutur 'hiç'e çevirir.
Nasıl da her şeyi düşünmüşler..?
Kasabın, aktarın ve Sayid'in işi kolay.
Peki nerde, zor süreçleri atlatmak için kullanılacak 'süreç kıyma makinesi'?
Neden icat etmemişler, insanları sıkıntılarından kurtaracak bir 'sıkıntı imha makinesi'?
Sorarım size, hani neden kimse yapmayı becerememiş bir 'duygu öğütme makinesi'?
Olsa ne güzel; doldur doldurabildiğin kadar. On dakika sonra yepyeni birisin.
Duygusuzun tekisin.
Belki adanın muhtarı bir Benjamin Linus bile olabilirsin.
Kim bilir belki de bir Erdal Bakkal bile olabilirsin.
Hani bazen derinin yüzüldüğünü hissedersin ya.
Ciğerine kaynar demirler döküldüğünü hissedersin.
Gırtlağına kancalar takmışlar, asılıyorlar sanki.
Gözlerinin görmez olduğunu; ellerinin, dizlerinin tutmadığını hissedersin.
Çünkü aşk, çok güçlü mered. Kimse onun kadar sert vurmuyor.
Vurunca acıtmakla kalmıyor.. Felç ediyor mübarek.
Ve yoksa kısa yoldan bir çözümün, yoksa elinde bir ilaç veya bir makine; yollara düşüp Mecnun olmaktan ya da acıdan sevk duyar hale gelip Fuzuli'ye dönmekten başka çare yok.
Acıdan sevk duyabiliyor olmak biraz mazoşistçe olabilir tabi.. Ama Fuzuli bunu sevdiğine göre vardır bir hikmeti.
Neden olmasın?
Ve hiç süphesiz; Fuzuli olamayanlar için çok gerekli, bir 'duygu öğütme makinesi'.
Vurmuşlar tokadı ağlatmışlar ciğerlerim açılsın diye, sonra demişler ki: "Adı 'Aşık' olsun."
Manasını bilmişleri mi, başına ne işler açılacağını tahmin etmişler mi bilemiyorum. Karşısına bir 'Gönül Ateşi' çıkar mı diye düşünmüşler mi bilemiyorum.
Ama ismin gereği gibi de olmuş..
Puzzle Time vasıtasıyla muhabbet kurduğum bir işletme sahibine sorardım: "Naber abi, nasılsın?"
Ve şöyle derdi: "Gariban ne yapar? Çalışır."
O misal işte.
Herkes işini yapıyor;
Gariban çalışıyor..
Yağmur ıslatıyor, ateş yakıyor, 'Aşık' seviyor..
Herkesin işi belli.
Allah, bu ismi taşıyan bünyeye ne kadar da çok vermiş bu 'sevme' kabiliyetini(şükür).
O kadar çok, o kadar çok ki damarlarımda geziyor. Ve bazen de boşa akıyor; yazık oluyor..
Ve bu, vali konağının önündeki köpeğin elimi yalamasıyla tüketebileceğim cinsten bir çokluk değil.. Sonu gelmiyor.
Damarlarımda geziyor;
Parmaklarımın ucundan dökülüyor.. Boşa akıyor..
Ve bu israfı umursamamanın çaresi, bir 'duygu öğütme makinesi'.
Hani bazı arkadaşlarınla maç izlersin, bazılarıyla maç oynarsın..
Bazılarıyla pikniğe gider, soğanı elinle kırar da yersin; bazılarıyla şık bir mekanda Çakapuli yersin.
Kimiyle adaçayı içersin, kimiyle kuşburnu..
Ve kimiyle Rize Çayı içersin; senin bardağın onunkinden biraz daha dolu.
Bazısıyla müzik dinlersin, bazısıyla müzik yaparsın..
"Gel bir şarkı yazalım." dediğinde belki de yalnız kalırsın.
Yahu biriyle film izlersin de tiyatroya başkasıyla gidersin..
Biriyle oturur bir şeyler okursun da yazmaya sıra gelince yalnız yazarsın.
"Gel diğer insanların perspektifinden görmeye çalışalım dünyayı ve olayları." dediğinde yalnız kalırsın belki.
"Gel farklı açılardan bakalım"da yalnız kalırsın.
Çok kişi "Yağmuru seviyorum." der de, "Yağmurda koşalım."da yalnız kalırsın.
"Yağmuru seviyorum." deyip de yağmur yağınca şemsiye açanlara tek başına şaşarsın.
Yol kenarındaki dilenciye bir lira sen verirsin, iki lira yanındaki verir de; "Gel sokak çocukları için bir şeyler yapalım." dediğinde eşlik edebilecek başkasını bulmak zorunda kalırsın.
Caddelerin pisliğine beraber söylenirsin de "Gel geri dönüşümle alakalı bir şey yapalım." dediğinde eşlik edebilecek başkasını bulmak zorunda kalırsın.
Herkes çokça şeyden şikayet eder de; "E gel karanlığa biz bir mum yakalım." dediğinde eşlik edebilecek başkasını bulmak zorunda kalırsın.
Yakınmasını herkes bilir de "Gel bunu dile getirelim, itiraz edelim." dediğinde eşlik edebilecek başkasını bulmak zorunda kalırsın.
Herkes kuru kuru "İnsanlar mutlu olsun." der de bunun için çabalamak gerektiğinde yanında çok kişi bulamazsın.
Farklı şeyleri, farklı kişilerle yapman icap eder;
Hepsini tek bir kişiyle yapabilmen mümkün olmaz çoğu zaman..
Ve öyle birini bulduğunda da kaybetmek istemezsin doğal olarak.
Ve parmaklarının arasından süzülüp gitmesi canını yakar doğal olarak.
Masanın üzerinde yan yana duran, manyak bir müşterice üzeri yeşil bir kalemle çizilmiş bardaklar kadar;
Çılgın At ve Hüzünlü Gergedan isimli iki Kızılderili'nin yayından çıkan; aynı ava doğru giden oklar kadar paralellik teşkil eden insanların, aralarında bir paravanla serüvene devam edecek olmaları düşüncesi can sıkıyor doğal olarak..
Düşünsene mesela; aynı otobüste gidiyorsun, aynı yere gidiyorsun ve arada bir başka yolcu olduğu için birbirini göremiyorsun.
O kadar yakınsın.. Ama o kadar da uzak.
Oysa birliktelikle daha güçlü olunabilir, hedeflere daha emin yürünebilir.
Daha güzel şeyler yapılabilir.
Yahu bu oklar aynı yöne gidiyor. Bu okların amacı aynı.
Bu oklar birlikte hareket etmeli.
Yahu bu otobüs aynı durağa gidiyor işte.
İşte bu durumun görmezden gelinmesi gerçekten de üzüyor.
"Kafaya takma bee"nin belki de tek mümkün yolu ise, bir 'duygu öğütme makinesi'.
Parmaklarının arasından süzülüp giden derenin suyu gibi, sarılıp tutamadığın yağmur gibi;
"Parmaklarımı sıkayım, kollarımı kavuşturayım da aralardan geçmesin." dersin de beceremezsin..
Yazık olur; işte böyle..
"Biraz oraya, biraz şuraya, biraz ona, biraz buna." diye, "Biraz Aziz Juso'ya, biraz annemin ineğine, biraz iyi niyetli hocaya, biraz güler yüzlü köfteciye, biraz şu parktaki kırmızı çiçekli ağaca, biraz cadde manzaralı banka, biraz apartmanın maskotu sarışın çocuğa; biraz kulağında küpesiyle, kolunda dövmesiyle Cuma Namazına gelmiş delikanlıya, biraz davudi sesli Otpazarı Camii İmamı'na, biraz Mevlevi Camii Avlusu'na" diye üleştirirken sevgini; "İşte çoğu da sana." diyebileceğin birini kaybetmek istememen normal.
"Bunun için her şeyi yaparım.. Her şeyi göze almaya varım." dersin.
Bu, en radikal şeyleri denemek olabileceği gibi; duygularından vazgeçmek bile olabilir.
Komiteyi çağırın, heyeti getirin.. Rekorlar Kitabı'na girmeli bu hadise.
Fedarkarlıkta sınır tanımamak adına duygularından vazgeçmeyi deneyen adamı kitaplar yazmalı..
Evet belki de duygularından vazgeçmeyi bile denersin.. Denersin de becerebileceğin meçhul.
Sırf kaybetmemek için, bunu bile denersin.
İşte bu noktada çok gerekli, bir 'duygu öğütme makinesi'.
Evet, sonunu göremediğin bir yolda yürümek deli işi, bu belli..
Hani tren yolunda mesela; karanlık sonu.. Ama "Yine de yürürüm." dersin. "Çünkü benim gözüm o karanlıktan daha kara."
Alice'in ormanda kayboluşu gibi; koca bir belirsizlik içinde bile "Ben varım." dersin. Çünkü delisin.
" 'Sevmek, birçok şeyi göze almak' değil de nedir?" dersin. Çünkü gerçekten de seversin.
Ve belki de bunların hepsi nafile, anlatamadığın sürece; ya da anlatırsın da karşındakini inandıramadığın sürece.
Ve muzlu, ve çilekli, ve kavunlu, naneli, vesaireli; 'şıpsevdi' sakızıyla işin yok.
Çünkü aşk, ağızdaki bir sakızdan fazlası.
Yahu biz "Tebessüm sadakadır."a inandık.
Yoksa, 'şıpsevdi' sadece bir sakız markası..
Evet..
'Karanlığa yürümek..' (böyle bir film var mı bilmiyorum ama güzel bir film ismi olabilir).
Karanlığın üzerine üzerine yürümek o kadar zor ki; yolun sonunda referans alabileceğin, ona doğru gidebileceğin bir ışık görmeden.
Bu karmaşaya direnmek o kadar zor ki.
Ve bu süreçte yalnız olduğunu hissetmek o kadar çirkin ki.
Tüm acıların, sıkıntıların sende toplandığını bilmek o kadar çirkin ki;
Güzel bir kızın ağzının sigara kokması kadar çirkin.. Ve yine aynı ağızdan çıkan bir "Lan" kadar çirkin.
Hem bu arada; güzel kızlar köşelerine çekilip, cümlelerin altını çizerek kitap okumalıdırlar zaten.
'Muhabbet fedaisi' olabilmek adına.
Hem sustuk da kime yarandık Allah aşkına? Konuşmakla varılır hedefe.
Düşerken duramazsın, susarken anlatamazsın; bu böyle.
Husumete ya da susmaya yetecek kadar vakit yok..
Öyle öğrettiler bize.
Ve al sana iki film ismi daha:
Birincisi; yazıp yönettiğim, 'Gemileri Yakmak'. Ana fikri, her şeyi göze almayı öğütlüyor. Gişe başarısı vasat.. Eleştirmenlerce beğenilmedi.
Ve ikincisi; güzel bir yönetmence çekilen, 'Köprüleri Atmak'. Bir dram. İzleyeni ağlatıyor. Gişede iş yapıyor..
Allah aşkına.. Nerede bu 'duygu öğütme makinesi'?
Yok yok..
Güvendiğim dağlara kar falan yağmadı şükür ki.
Hatta gurur duydum ben bunla. Güvendiğim dağ tam da güvenimi hak ediyor bu besbelli.
Gel gör ki; bindiğim gemiler battı. Tuttuğum dallar kurudu. Maşallah dediğim üç gün zor yaşadı.
Turgenyev'in dilencisi ile Nasreddin Hoca'nın hırsızı aynı kadrajda, ne enteresan.
Teoman'ın deyimiyle: "Hem yarabandı, hem yara." ne kadar da doğru.
Peki ya yine Teoman'ın deyimiyle: "Özgürlüğü seçmek.. Başka vücutlar sevmek.."? Ya bunun doğruluğu??
Hop.. Hop hop ne oluyor öyle?
Klavyemin tuşları neden ıslandı?
D harfinin üzeri sırılsıklam.. E harfi köşesinde boynunu bükmüş..
Hayretlerim olsun.. 'Yeni metin belgesi' ağlıyor halime.
Bir eğlenceye davet üzerine icabet etmiştim.. Millet sarhoşluktan kırılıyordu tebir-i caizse.
Macar bir arkadaşım sigara sarıyordu; kendini kontrol edemez haldeydi ve elleri titriyordu. Beceremedi sarmayı. "Ver ben sarayım bari." dedim.
Ve parmağındaki yüzüğü fark ettim. Şakayla sordum: "Evli misin yoksa?"
Ağzını zorla kıpırdatıyordu ve şöyle dedi: "Aaayyuueeemm meerrrrieddd tuuv lauuyf meeeaann."
Hayatla evli olduğunu söyledi..
Bir sarhoştan bile öğrenilebilecek bir şeyler var.
Kim bilir belki de, 'hayatla evli olabilmek' gibi kavramlar bulmamız gerek kendimize.
Ya da tez elden bir 'duygu öğütme makinesi'.
Bismillahirrahmanirrahim;
".... Elbette sonsuz gelecek yaşam senin için şimdikinden hayırlıdır.
Elbette Rabbin sana verecek ve razı olacaksın....."
Hayat bazen çok: Duha.
e.p